Pdf
![]() |
Evrenin 30 Ekseninde Big Bang Oluşması |
Video
![]() |
Evren ve Kur'an |
![]() |
Evren Nasıl Yaratıldı – Kur'an Bilim Kitabı mıdır? |
BİG BANG EVRENİN OLUŞMASI ve KUR’AN
Atatük
Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi
Dergisi,
Sayı:
39
●
Erzurum
2013
ENBİYA,
30 EKSENİNDE EVRENİN OLUŞUMU
Zeki
YILDIRIM
ÖZ
Kur’an’a
göre gökler ve yerler bitişik iken, Allah aralarını büyük bir patlama (Bing
Bang) ile ayırdı. Büyük patlamadan sonra yüce Allah bulutsu kütle haline gelen
(sedim) göğe ve yere, çekim kanununa göre yerlerinizi alınız emrini verdi. Bu
olaydan sonra evren devamlı bir şekilde merkezden dışa doğru genişlemektedir.
Bilim
adamları, evrenin kütlesi yeterli miktara ulaştığında, çekim kuvvetleri
sebebiyle bu genişlemenin duracağını ve bunun evrenin kendi içine çökmeye ve
büzülmeye başlamasına sebep olacağını belirtmektedirler. Sonra büzülen evren,
çok yüksek bir ısı ve sıkışma sebebiyle büyük bir çöküşe (Big Crunche)
uğrayacaktır.
Kur’an’ın
bu mucizevi tespitleri, bugünkü ilmî verilerle
uyuşmakta ve ezelî, statik evren modelini çürütmektedir.
GİRİŞ
Kur’an’da
özellikle Mekkî sûrelerde çok miktarda ilmî ve kevnî hakikate işaret edilmiş,
yer, gök, yıldızlar, dağlar, denizler, hava, su, insan, kuşlar, böcekler, evcil
ve yabani hayvanlarla ilgili çeşitli bilgiler verilmiştir. İlk dönemlerde bu
gibi âyetlerdeki bilgilerin mahiyeti hakkında fikir yürütme yerine
hikmeti üzerinde
durulmuştur. Bu durum VIII. yüzyılın başından itibaren değişmeye başlamış ve bu
âyetler üzerinde fikir yorma sürecine girilmiştir.
Zamanla
Astronomi, Coğrafya, Hendese, Fizik, Kimya, Matematik, Botanik, Biyoloji, Tıp,
Eczacılık gibi bilim dallarında önemli ilerlemeler kaydedilmiş ve bunlarla
ilgili Kur’an’da yer alan bilgiler inceleme konusu yapılmıştır.
Biliyoruz
ki, Hz. Peygamber genellikle ibadetlere, itikâda ve bazı amelî konulara dair
âyetleri sünnetiyle açıklamış; ancak özellikle ilmî ve kevnî âyetlerle ilgili
nihaî açıklama yapmayarak bunların, gelişen ilmî gelişmelerin ışığında
yorumlanmasına imkân tanımıştır. Dolayısıyla bu âyetler bugün daha iyi
anlaşılır durumdadır.
1 Bu
tip âyetler zorunlu diğer bilgi vasıtalarıyla elde edilen bilgilerle
yorumlanabilir. Çünkü, kâinatın araştırılmasını,
ondaki ilahî kanunların ibretle müşahede edilmesini isteyen Kur’an,
2 akıl
ve duyular yoluyla elde edilen kesin bilgileri dışlamamakta aksine teşvik
etmektedir.
3 Bu
böyledir ama diğer konularda olduğu gibi ilmî ve kevnî âyetlere yaklaşım
hususunda da ihtilaf çıkmış, lehte ve aleyhte değişik fikirler ileri
sürülmüştür.
Dolayısıyla
makalemizin daha iyi anlaşılması ve çerçevesinin daha belirgin hale gelmesi
açısından bu tip âyetlere, alimlerimizin özellikle de
müfessirlerin yaklaşımından kısaca bahsetmek gerektiğini düşünüyoruz. İlk
dönemlerde bu âyetler nasıl yorumlanmış, bugün nasıl yorumlanmalıdır. Başka bir
ifadeyle ilmî tefsire gerek var mıdır?
İlmî
Tefsir
İlmî
Tefsir; Müfessirin, muayyen bir meselede, Kur’an’ın i’câz vecihlerinden birini
ispatlamak gayesiyle, bilimsel bir meseleyi Kur’an-ı Kerim’de bildirilen bir
bilgiye tatbik etmesidir.
4 Böyle
bir tefsirin gayesi, Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu ve din ile bilim arasında
çelişki olmadığını ispat etmektir.
1 Birışık Abdulhamit, Tefsir mad. DİA. İst. 2011,
XXXX, 288-289.
2 Kur’an çağlar içinde ve çağlara göre yorumlanmış ve
tefsir edilmiştir. Kur’an’ın bu özelliği
ve üslûbundaki
i’câzı dolayısıyla her türlü düşünce, fikir ve ilim hareketlerine karşı
kapısını
açık bırakmış,
hatta mücerret ilmî düşünmeyi ve araştırmayı açıkça teşvik etmiştir. Bkz. 3.
Âl-i İmran, 195; 4. Nisâ, 82; 7. Araf, 185; 10. Yûnus,
101; 20. Tâhâ, 114; 47. Muhammed
24; 50. Kâf, 6; 62. Cuma, 62; 88. Ğâşiye, 17.
3 Kur’an’a göre bilgi elde etme yolları konusunda bkz.
Yıldırım Zeki, Kur’an Aydınlığında
Bilgi Kavramı (F. Râzî Özelinde Bir İnceleme),
İlâhiyât Yay. Ankara, 2008, s. 57 vd.
4 Hacer Ahmed Ömer, et-Tefsîru’l-İlmî fî’l-Mîzân, Dâru
Kuteybe, Beyrut, 1991, s. 503.
Bu
alanda bazı kimseler ifrata gidince, böyle bir uygulamayı toptan reddeden
tefrit tutumuna sebebiyet vermişlerdir. Son dönemdeki müfessirler ise, bu
hususta gerektiği gibi mutedil bir tutum sergilemişlerdir. Çünkü bu tefsir
ekolünün asıl gayesi, İslam’ın akıl ve bilim dini olduğunu göstermek suretiyle
modern dönemde ortaya atılan İslâm-bilim karşıtlığı tezlerini çürütmek ve
Kur’an’la
modern bilimin
uyumunu ispatlamaktır.
5 Bu
sebeple günümüzde yazılan tefsirlerin bu asrın gündeminde olan konulara ağırlık
vermesi, problemlerine çareler sunması, tartışmalı konuları ele alıp
değerlendirmesi tabii ve gerekli bir
durumdur. Çünkü
zamanımızdaki insanlar, çağın getirdiği meselelere zorunlu olarak ilgi duyup
bunlarla, Kur’an âyetleri arasında kıyaslamalar yapmakta böylece tutarlı veya
tutarsız birtakım iddialar ortaya atmaktadırlar. Bunların bir
çoğu tutarlı olsa da, zaman zaman tefsir adına insanların kafasını
karıştıran hatta inançlarını sarsan yorum ve iddialar da ortaya atılmaktadır.
Dolayısıyla
tefsir uzmanlarının
bu konularda çözüm üretmeleri, doğruyu yanlıştan ayırmaları gerekmektedir.
Diğer
yönden ilmî ve kevnî âyetleri genel kabul görmüş bilimsel verilerden
faydalanmadan yorumlayarak, “Dünyanın düz olduğu, hareket etmediği” gibi
iddiaları Kur’an’ın görüşü gibi takdim edersek tefsire büyük yanlışların
girmesine sebep oluruz. Daha da önemlisi bu gibi yorumlarla insanların
Kur’an’dan uzaklaşmasına vesile oluruz. Kezâ bilimsel tefsirde ölçüyü kaçırarak
âyetleri
gerçek zannedilen birtakım teori ve bilgilerle zoraki te’viller yapmak da,
zihinleri bulandırıp, Müslümanların itikatlarına zarar verir. Daha da ötesi,
Kur’an’ın söylemediği veya işaret etmediği bir şeyi ona söyletmiş oluruz
6
Meselâ Tantavî (ö. 1940) el-Cevâhir adlı tefsirini,
İslamî tefsir literatüründe alışık olmadığımız çeşitli şekil, fotoğraf ve
şemalarla doldurmuş, âyetleri yorumlarken de, bilimsel tefsir adına ilgili
ilgisiz her türlü bilgiyi eserine alarak ifrata kaçmıştır. Onun bu tutumu,
bilimsel tefsiri savunan kimseler tarafından bile haklı olarak eleştirilmiştir.
7 Meselâ,
bilimsel tefsir yanlısı olan Hanefi Ahmed
kendi
tefsirinde Tantavî’nin çok aşırı gittiğini belirtmek zorunda kalmıştır.
5 Bu tefsir ekolü ayrıca şöyle de tanımlanmıştır:
“Kur’an metnindeki bilimsel terimleri açıklamaya,
onlardan çeşitli
ilimleri ve felsefi görüşleri ortaya çıkarmaya çalışan tefsir çeşitidir.
Buna et-Tefsîru’l-Fennî de denilmektedir”. Bkz.
Demirci Muhsin, Tefsir Terimleri Sözlüğü,
İFAV. Yay. 2. Bsk. İst. 2011, s. 119. Çeşitli tarifler
ve bunların değerlendirmeleri için ayrıca
bkz. Güllüce
Veysel, Bilimsel Tefsirde Usûl, Aktif yay. Erzurum, 2007, s. 7 vd.
6 Güllüce Veysel, Bilimsel Tefsirde Usûl, s. 132-133.
7 Hanefî Ahmed, et-Tefsîru’l-İlmî
li’l-Âyeti’l-Kevniyye fi’l-Kur’an, Dâru’l-Meârif, Kahire,
1968, s. 7. Ayrıca bilimsel tefsire karşı yapılan
eleştiriler konusunda geniş bilgi için bkz.
J.J.G. Jansen, Kur’an’a Bilimsel-Filolojik-Pratik
Yaklaşımlar, çev. Halilrahman Açar, Fecr
Yay. Ankara, 1993, s. 85-87, 99 vd.;
en-Neccâr M. Ragıb Zağlûl, Min Âyâti’l-İ’câzi’l-İlmiyyi
li’l-Ardı fi’l-Kur’ani’l-Kerîm, Dâru’l-Ma’rife, 1.
Bsk. Beyrut, 2005, s. 38 vd. Şimşek Sait,
8.İşte
ilmî ve kevnî âyetlerin, pozitif ilimlerin yardımıyla yorumlanmasından “İlmî
Tefsir Ekolü” ortaya çıkmıştır. Zamanla Astronomi, Tıp, Biyoloji, Fizik ve
diğer bilimlerin inkişafı bu tefsir hareketinin revaç bulmasına neden olmuş ve
dolayısıyla söz konusu âyetlerin detaylı anlaşılmasına yardımcı olmuştur.
Çünkü
Kur’an’da her şey açıklanmış ve hiçbir şey eksik bırakılmamıştır.
9 Şunu
da belirtelim ki bu tefsir hareketine ısrarla karşı çıkanların en önemli argümanlarını Şâtıbî (ö. 790/1388) dile getirmiştir. Ona
göre: “Kur’an’ın hitabı ümmi olan Arapları ve onların anlayış seviyelerini esas
almıştır. Dolayısıyla sonradan ortaya çıkan ilimleri ona izafe etmek doğru
değildir”. İbn Âşûr, bu itiraza şu karşılığı verir: “Kur’an, Arapların
ümmiliğini onaylamak için değil, bil’akis onların seviyelerini yükseltmek için
gelmiş sonsuz bir mucizedir.
Onda
her çağdaki ilmî inkişâfların kazandırdığı anlayışlara uygun bilgilerin
bulunması tabiidir. Her devrin ve her toplumun insanları ondan nasibini
almalıdır.
Engin
ve derin manaları çok özlü olarak ifade etmesi ve günü gelince
bunların daha
iyi anlaşılır olması, Kur’an’ın başka bir mucizevî yönünü teşkil
eder”.
10
Şâtibî’nin ilmî tefsire yaklaşımında ümmîlik ve yükümlülük arasında çok ciddî
bir bağlayıcılık sözkonusudur. Şatibî, mükellefiyet seviyesini tespitte ümmîlik
seviyesini esas almaktadır. Ona göre, bir kimsenin teklif altına girebilmesi
için itikâdî ve amelî bütün yükümlülüklerin, ümmî bir kimsenin kavrayabileceği
seviyede olması gerekir. Aksi takdirde çoğunluk, insanın güç ve kapasitesinin
yetmeyeceği (teklif-i mâlâ yutak) ile mükellef tutulmuş olur.
11
Kur’an nazil olurken ilk muhataplarının anlayış seviyelerini gözettiği genel
olarak kabul edilen bir husustur. Ancak Kur’an onları belli şeylerle muhatap
tutarken aynı zamanda onlara pekçok yeni bilgiler de öğretmiştir. Dolayısıyla
“ümmilik” devam edecek ve ümmî kalınacak demek değildir.12 Şâtibî, başka bir
yerde de ilahî mesajın kavranabilmesi konusunda belli bir birikimi
8Günümüz
Tefsir Problemleri, s. 101 vd. Cündioğlu Dücâne, Tefsirde Helenizm: (Bilimsel
Tefsir
Zaafı ve Eleştirisi), Bilgi ve Hikmet, Güz-1993/4, s.
167. Kırca Ce’lâl, Kur’an-ı Kerim’de Fen
Bilimleri, Marifet Yay. İst. 1994, s. 82.
9 Bkz.
6. En’âm, 38, 59; 16. Nahl, 89; 22. Hacc, 46; 29. Ankebût, 20; 41. Fussilet,
53.
10 İbn
Âşûr Muhammed Tahir, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru’t-Tunûsiyye, Tunus,
tsz, I,
42-43. Ayrıca
bkz. Coşkun Ahmet, İbn Âşûr mad. DİA. İst. 1993, XIX, 333.
11
Çapan Ergün, Şatibî’nin İlmî Tefsir Anlayışına Eleştirel Bir Yaklaşım, AÜİF.
Dergisi, s. 38,
Erzurum,
2012, s. 79.
12
Baltacı Burhan, Şatibî’nin Kur’an’ı Yorumlama Yöntemi, AÜSBE. Ankara, 2005, s.
136137
(Basılmamış
Doktora Tezi). ya da eğitimin gerekli görülmesi
halinde bu gerekliliğin vahyin, ümmî olan
ilk muhataplar
için teklif-i mâlâ yutak anlamına geleceğini ve bundan ötürü onların haklı
olarak mazeret beyan edeceklerini zaten pratikte de böyle olmadığını, vahyin
sahabenin anladığı veanlayabileceği bir hitap ile geldiğini söylemektedir.
13Şatibî’nin
Kur’an tefsirinde ilk muhataplarnın anlayış seviyelerinin esas alınması ile
ilgili bu yaklaşımı bir anlamda doğrudur. Zira Kur’an’ın ilk muhatabı olan
sahabe ve onlardan vahiy kültürünü bize nakleden tabiînin yaklaşımları
Kur’an’ın tefsiri adına çok önemli bir kaynaktır. Bununla birlikte onların
tefsir ile ilgili yorumlarını yegâne tefsir kabul etmek ise, kıyamete kadar
bütün insanlığa hitap edecek Kur’an’ın anlam dünyasını daraltmak ve bir manada
dondurmak anlamına gelmektedir. Kaldı ki ümmetin ümmî olması, onların yeni
şeyler öğrenmesine mani değildir. Ayrıca Kur’an’ın ilme,
öğrenme ve
öğretmeye ne kadar değer verdiği ortadadır. Öyleyse sahabenin ümmîliğini,
Kur’an ve Sünnet’i merkeze koyarak değişik ilim ve kültürleri onların
süzgecinden geçirerek çok ciddî bir ilim, irfan ve aksiyon hareketi şeklinde
anlamak daha doğru olsa gerektir.
14Şatibî’nin
el-Muvafakâtı’nın şarihi Abdullah Draz, bahsi geçen ümmîliğin, şeriatın genel
mantığının kavranması, emir ve yasaklarının anlaşılması için belli bir
ihtisasa, tahsile gerek olmadığı manasında olduğunu söylemekte ve devamında da:
“Burada müellife şöyle bir soru sorabiliriz: Acaba Kur’an’ın
ihtiva ettiği
cennet nimetlerinin ve cehennem azabının özellikleri Araplarca o gün bilinen
şeylerden miydi? Aynı şekilde İsrâ ve Mirâc olayı onların alışkın olduğu bir
mesele miydi?”.
15 Diğer
taraftan Şatibî’nin, Kur’an’ın sadece nazil olduğu dönemdeki ilimleri
ihtiva ettiği
ve o devirdeki insanların bilmedikleri ilimlerden bahsetmediği
şeklindeki
anlayışı isabetli değildir. Çünkü böyle bir anlayış, Kur’an’ı sadece
nazil olduğu
devrin ilim anlayışını aksettiren bir kitap olarak görmek ve
dolayısıyla da
onun evrensel mesajını anlamayarak, varmak istediği hedeften
uzaklaştırmak
anlamına gelmektedir.
16 Kısaca
söylemek gerekirse, mucize olan ve her asrın insanına hitap eden Kur’an’da,
modern ilimler alanına giren âyetler mevcuttur. Aynı zamanda modern ilimlerle
bu âyetler arasındaki ilginç bağlantılar her geçen gün daha iyi müşahede
edilmektedir
13 Şatibî İbrahim b. Musa, el-Muvâfekât fî
Usûli’l-Ahkâm, şrh. Abdüllah Draz, Dâru’lKütübi’l-
İlmiyye, Beyrut, tsz. II, 54 vd.
14 Çapan Ergün, a.g.m. s. 280.
15 Çapan Ergün, a.g.m. s. 281.
16 Cerrahoğlu İsmail, Tefsir Tarihi, DİB. Yay. Ankara,
1988, II, 462.
17 Çünkü, tüm ilimler, Allah’ın esma ve sıfatlarının eşya
üzerindeki bir
eseri ve tecellisidir. Allah’ı tanımak için de, bu ilimlerin bilinmesi gerekir Kur’an-ı
Kerim, yer ve göklere dikkat çekerek ve bunların, insanın hizmetine verildiğini
ifade ederek, insanı modern ilimlere teşvik etmekle birlikte bu varlıklardan
istifade yollarını ve bu yolların sonuçlarını vermez. İnsan kendi çabasıyla
bunları keşfedecektir. Ayrıca modern ilimlerin kesin keşifleriyle Kur’an
âyetleri arasında günümüze kadar bir çelişki tespit edilmiş değildir.
18 Kâinatın
yaratılışının nasıl olduğu, hangi süreçlerden geçtiği sorusu, öteden beri
insanların zihnini meşgul etmiş, konuyla ilgilenenler kendilerince birtakım
tezler ileri sürmüşlerdir. Kâinat, Kur’an’ın ifade ettiği gibi yoktan mı
yaratıldı, yoksa nüvesini teşkil eden bir maddeden mi yaratıldı? Bu yaratılış
ve oluşma bir zaman sonra durdu mu? Başka bir ifadeyle kâinat statik bir halde
midir yoksa devamlı bir hareket ve oluşum içinde midir? Bu tip sorular ikna
edici veya en azından sustrucu cevaplarını ancak “Big Bang” denen büyük patlama
teorisiyle buldu. Sonuçta da şaşırtıcı gelişmeler oldu, önceden kabul edilen
tezler çöktü. Ayrıca müteakib bilimsel çalışmalar da, bu tezi destekledi.
Şimdi
kısaca, dünyada bilimsel çevrelerin gündemini oluşturan bu teoriyi gözden
geçirelim.
Big
Bang Teorisi
19 Big
Bang, zamanımızdan 14 milyar yıl önce meydana gelmiş son derece küçük bir
noktanın, uzay boyutlarına taşarak genişleyip büyümesi, madde ve antimadde ile
birlikte önceleri bir yumak halinde olan enerjinin, sonradan zaman boyutu ile
birlikte tüm evreni oluşturmasını ifade eder.
Yaratılıştan
önce madde yoktu, enerji yoktu, uzay, zaman ve mekan
da yoktu. Bu yok’luğu ifade edecek bir isim veya onu tanımlayacak bir sıfat
sözlüklerde mevcut değildi. Zamansızlık veya mekansızlık
kavramlarını tam olarak algılayamayız. Uzay, zaman ve maddenin hiç olmadığı bir
“dönemi”, zihnimizin yıllardan beri alıştığımız daracık zihin kalıplarına göre
sığdırıp kavramak ne kadar zordur.
Bilimcilerin
“Büyük Patlama” ya da kozmolojinin en gözde deyimiyle
17 Kırca Celâl, a.g.e, s. 24, Bilimsel tefsirin
gelişme süreci konusunda geniş bilgi için bkz. Öztürk
Mustafa, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, Ankara Okulu
Yay. Ankara, 2008, s. 155-164;
J.M.S. Baljon, Kur’an’ın Yorumunda Çağdaş Yönelimler,
çev. Şaban Ali Düzgün, Ankara,
1994, s. 113-124.
18 Şimşek Sait, Yaratılış Olayı, Beyan Yay. İst. 1998,
s. 16.
19 Şimşek Ümit, Big Bang Kainatın
Doğuşu, Yeni Asya, Yay. İst. 1984, s. 40.
20“Big
Bang” olarak adlandırılan, bu bilim tarihinin en çarpıcı olayı ile, evren maddesinin tüm uzay boyutlarına taşarak yayılmaya
başladığı “an”, zamanın
da başlangıç
noktası olarak kabul edilir.
21İşte
bu yok’luktan birdenbire korkunç bir patlama ile atom altı parçacıklar
yaratıldı. Saniyenin kentrilyonda birinde atomlar ve moleküller şekillendi.
Madde oluşmaya başladı ve sonra zamanla dünyalar, güneşler ve galaksiler yerlerini
alarak düzene girdiler. Böylece evrenin her tarafına akılalmaz, muhteşem bir
ahenk, olağanüstü bir simetri ve güzellik hakim oldu.
İşte
evren büyük patlama ile yaratıldıktan sonra genişlemeye başlamış ve
halen o
genişlemeye devam etmektedir.
22 Bilim
adamları evrenin kütlesi yeterli miktara ulaştığında, çekim kuvvetleri
nedeniyle bu genişlemenin duracağını ve bunun evrenin kendi içine çökmeye,
büzülmeye başlamasına sebep olacağını belirtmektedirler. Büzülen evrenin
sonunda “Big Crunch” (büyük çöküş) denilen çok yüksek bir ısı ve sıkışma ile
son bulacağını ifade etmektedirler.
23 Bu
ise, bildiğimiz tüm yaşam şekillerinin yok olması anlamına gelmektedir.
“Big
Crunch” olarak ifade edilen bu bilimsel varsayım Kur’an’da şöyle dile
getirilmektedir: “Bizim göğü, kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız
gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz.
Bu bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette biz yapıcılarız” (21. Enbiyâ, 104)
.24Başka
bir âyette ise, göklerin durumu şöyle ifade edilmektedir: “Onlar, Allah’ın
kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle
O’nun
avucu (kabzası) ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp bükülmüştür. O şirk
koştuklarından münezzeh ve yücedir” (39. Zümer, 67).
Gelecekteki
gözlemciler Big Bang modelini sınayacak ve geliştireceklerdir. Bu gözlemler
evrenin yaşını tekrar belirleyebilirler. Evrendeki karanlık maddenin etkisinin
daha düşük olduğunu bulabilirler veya bilgi hazinemizdeki boşlukları
doldurabilirler. Fakat kozmologlar birkaç düzenleme getirecek
olsalar bile
Big Bang modelinin doğru olduğundan neredeyse eminler. Bu teorinin
kurucularından Ralp Alpher ve Robert Herman;
20 Tuna Taşkın, Ol Dedi Oldu, Big Bang’in Nefes Kesen
Öyküsü, Şûle Yay. 7. bsk. İst. 2010,
s. 31. Ayrıca
bkz. Yalçın Cengiz, Evren ve Yaratılış, Arkadaş Yay. 2. bsk. Ankara, 2012, s. 131-132.
21 Tuna Taşkın, a.g.e. s. 29.
22 Meselâ Hubble, yirminci yüz yılın en önemli
keşfini, çok uzak yıldızlar ve gökcisimlerinden
kaynaklanan ışığın
kırmızıya kaydığını ispat etmiş ve bu, evreni anlamada yeni bir dönemi
başlatmıştır. Bundan böyle evren artık Einstein’ın dikte ettiği gibi statik
değil,
genişleyen bir
evrendir. Bkz. Yalçın Cengiz, a.e. s.123.
23 Tuna Taşkın, a.g.e, s. 269-270.
24 Yahya Harun, Kur’an Mucizeleri, Araştırma Yay. 9.
bsk. İst. 2009, s. 19-20.
25 “Her
ne kadar kozmolojik modellememizde birçok soru henüz yanıt bulmamış olsa da,
Big Bang
modeli hâlâ
sapasağlam ayakta… Gelecekteki teorik ve gözlemsel gelişmelerin
bu modeli
tamamlayacağından eminiz” diyorlar.
26 Bu
teori, her yeni çalışmayla daha da kuvvetlenip kendini çeşitli çevrelere kabul
ettirmiştir. Meselâ genişleyen evren modelinin kuramsal temelini oluşturan
çözümler, bilim çevrelerini evren için daha başka arayışlara da sevketmiştir.
1922 yılında Rus fizikçisi A. Friedmann, evrenin bir noktadan veya
farklı
noktalardan her yönde gözlendiğinde aynı resmi veren bir sistem olduğunu kabul
ederek, Einstein denklemlerini çözmüştür.
27
Artık Dünya, Güneş veya Samanyolu galaksisi, özel bir konuma sahip değildir.
Matematik, kilise ve başkalarını gözardı etmeyi başarmıştır.
28
Bugün, büyük patlama teorisine karşı çıkan hiçbir bilimci yoktur. Sadece
değişen birkaç evren modeline göre farklı yaklaşımlar mevcuttur. İsviçre’eki
Cern laboratuvarlarındaki parçacık fizikçileri, yaratılışın ilk saniyelerinde
neler olup bittiğini de bulmuşlar ve safha safha, adım adım bu olayın iç
görüntülerini yakalamayı başarmışlardır.
25 Buna ilaveten Nasa’nın 1992 yılında Bazı
bilimcilerin bu teoriden rahatsız oldukları ifadelerinden anlaşılıyor.. Bunun sebebi, bu teorinin gitgide kabul görmesi, kendi
modellerinin, teorilerinin çürümesi anlamına geleceği bir yana; Kur’an’ın ileri
sürdüğü evren modeli’nin ispatlanması bazılarını üzüp
kaygılandıracaktır. Meselâ, Paul
Davie, Tanrı ve Yeni Fizik adlı eserinde şöyle demektedir: “Bugünlerde, birçok
kozmolog ve astronum, yaklaşık olarak 18 milyar yıl önce, fiziksel evren “büyük
patlama” diye bilinen dehşet verici patlamada varoluşa birdenbire çıktığı
zaman, gerçekten bir yaratmanın varolduğu teoriye geri döndüler. Bu hayret
verici teoriyi kabul etmek için bulunan kanıtların pekçok bağlantıları vardır.
İnsanın bütün ayrıntıları kabul edip etmediği özel hipotezini bilimsel bakış
açısından zorladığı görünüyor.” Bkz. Davie Paul, Tanrı ve Yeni Fizik, çev.
Murat Temelli, İm Yay. 3. bsk. İst. 1995, II, 48-49.
26 Simon Singh, Big Bang’in Romanı (Büyük Patlama ve
Evrenin Başlangıcı), çev. Kemal
Küçükgedik, Özgür Yay. İst. 2009, s. 49; Şimşek Ümit,
a.g.e, s. 18.
27 Meşhur iki rus bilim adamı George Gamov ve
Friedmann, genişleyen kâinat teorisini,
Einstein’in ünlü genel izafiyet teorisi ile
karşılaştırdılar, sonuçlar hep aynı çıkıyordu. Galaksiler
birbirlerinden
uzaklaşıyordu. “Kaçan galaksiler” mefhumu ile daima uzayın şişmekte
olduğu gerçeği ile
karşılaşıyorlardı. Hesaplardan sonra astronomlar bir de bu faraziyeyi
gözlem yolu ile
sağlamayı denediler. “Doppler olayı” dediğimiz fizikî bir olayı
astronomiye uyguladılar.
Yakın ve uzak çok sayıda galaksinin hızları ölçüldüğünde, tayf
çizgilerinin tayfın
kırmızı ucuna doğru yer değiştirdiği görüldü. İlim dalında “red shift”
olarak bilinen bu
olay yıldızlardan gelen ışığın kırmızıya kaydığını gösteriyordu. Gelen
yıldızın ışığı
kırmızıya kayıyorsa, bu, Doppler olayının sonucu olarak, bu yıldızın bizden
hızla uzaklaşmakta
olduğunun belirtisiydi. (Bkz. Efil Şahin, İslâm ve
Batı Düşüncesinde Yaratılış
Modelleri, Pınar Yay. İst. 2002, s. 178-179;
Tuna Taşkın, Uzay ve Dünya, Yeni Asya
Yay. İst. 1982, s. 24-25.
28 Yalçın Cengiz, Evren ve Yaratılış, Arkadaş Yay. 2.
bsk. İst. 2012, s. 124-125.
29 Tuna Taşkın, Ol Dedi Oldu, s. 41.
.30 Gönderdiği
Cobe uydusunun hassas tarayıcıları Big Bang’den sonra tüm evrene yayıldığı
varsayılan radyasyonun kalıntılarını buldu. Bu buluş, evrenin yoktan
varedildiği gerçeğinin bilimsel bir açıklaması olan Big Bang teorisinin ispatı
olmuştur
.31 - 20. yüzyılın ilk yarısında evrenin oluşumuyla ilgili
temelde birbirine zıt
ve oldukça
yaygın olarak kabul gören iki evren modeli vardır. Bunlardan birisi,
evrenin ezelî,
sonsuz ve kendi kendine varolduğunu savunan “Durgun
Durum
Modeli”, diğeri ise, birinciye göre daha çok kabul gören ve gündemde
olan “Büyük
Patlama Modeli”dir (Big Bang Cosmology). Bilim adamları
1965’e
kadar bu iki kuramdan birini diğerine tercih edebilecek bir delile sahip
değillerdi.
Ancak büyük patlama modeli, mikrodalga radyasyonun bulunuşuyla
en popüler ve
en gözde model haline geldi. Bu modelin en önemli ve en
güçlü kanıtına
göre, patlama anındaki olağanüstü sıcaklık, patlamadan birkaç
milyon yıl
sonra gitgide binlerce derece düşünce elektronlarla çekirdekler, ara-
larındaki
elektromanyetik çekime dayanan enerjiyi kaybederler ve birleşerek
atomları
meydana getirmeye başlarlar. Bu arada evren genişlemeye ve soğumaya
devam eder.
Ancak normalin üzerinde yoğun bölgelerde çekim kuvveti
daha fazla
olduğu için bu bölgelerin genişlemesini durdurup çökmesine neden
olur. Çöken
bölge küçüldükçe dönmesi hızlanacak, sonunda bölge yeterince
küçüldüğünde
kütlesel çekimi dengeleyecek kadar bir hızla dönecektir. İşte
böylece
galaksiler meydana gelmiş olacaktır
32Big
Bang teorisinin dünyada genel anlamda kabul edilmesinin pekçok
yansımaları,
sonuçları olmuştur ve olacağı da kaçınılmazdır. Bizce bunlardan en önemlisi bu
teori, Tek Tanrı’lı dinlerin gerçekten Allah tarafından gönderildiğini iki
yönden delillendirmektedir: Birincisi, evrenin başlangıç ve sonunun olduğunu
sadece tek Tanrı’lı dinler savunmuşlardır.
Big
Bang, binlerce yıldır yanlızca tek Tanrı’lı dinlerin savunduğu bu iddiaları
destekleyerek bu dinlerin doğruluğunu göstermektedir. İkincisi, Big Bang,
30 Bu teoriyi ispat eden diğer bilimsel kanıtlar için
bkz. Taslaman Caner, Big Bang ve Tanrı,
İstanbul Yay. İst. 2006, s. 66 vd; Yahya Harun, Kur’an
Mucizeleri, s. 15; Simon Singh, Big
Bang Romanı, s. 438-440.
31 Efil Şahin, İslâm ve Batı
Düşüncesinde Yaratılış Modelleri, s. 165-167. Ayrıca bkz. Hawking
Stephen W., Zamanın Kısa
Tarihi, S. Say-M.Uraz, Milliyet Yay. İst. tsz. s. 130-131.
32 Bilim adamlarından sonra hırıstiyan dünyası da bu
teoriyi kabullenmek zorunda kalmıştır.
Nitekim Papa XII. Pius, Big Bang modelini onayladıktan
sonra Katolik kilisesi bu bilimsel
yaratılış teorisini
benimsedi. Kilise İncil’de anlatılan olayları lafzî
olarak kabul etmeyi
bıraktı. Bu son derece
pragmatik bir tavır değişikliğidir. Geçmişte,
yanardağların patlamasından,
Güneşin batmasına kadar tüm olayları Tanrı (aslında
papazlar) açıklıyordu, fakat
zamanla bilim, tüm
olayların mantıklı ve rasyonel açıklamalarını yapmaya başladı. (Simon
Singh, a.g.e, s. 441).
33Tanrı’nın
sıfatlarını temellendirerek Tanrı’nın din göndermesinin mantıklı
olduğunu
destekler… İşte Tanrı’nın varlığını ve sıfatlarını ispatlayan deliller,
insanın dine
olan ihtiyacının da Tanrı tarafından yaratıldığını göstermektedir.
Bu ise,
Tanrı’nın bir din göndereceğinin delilidir. Çünkü insanı dine muhtaç
eden Tanrı’dır.
34Evrenin
yaratılışı ile ilgili bilimsel veriler, İslâm filozoflarının kabul ettiği
“sudûr öğretisi” ve klasik Yunan filozoflarının takdim etmeye çalıştığı
“ezelden beri var olan evren” modellerini bir tarafa bırakacak tarzda, İslâm
dini ve düşüncesinin öngördüğü yoktan yaratma (bkz. 42 Şûra, 11) öğretisini
desteklemektedir. Evrenin yoktan yaratıldığını ileri süren Kur’an’ın bu
anlayışı ile modern bilimin yaratılış olgusuna yaklaşımı arasında önemli ölçüde
bir uyumun olduğunu söylemek gerekiyor. Çünkü modern bilim, temelleri Aristo’ya
dayanan statik, determinist ve mekanik evren modeli ve
dünya görüşünü temelden yıkmış, bunun yerine bir başlangıcı ve sonu olan,
değişen varoluş nedenini
kendi içinde
taşımayan, dinamik bir evren modelini (Big Bang Kozmolojisi) getirmiştir. Bu
bağlamda Kur’an, hem büyük Patlama modelinin cevapsız bıraktığı soruları
cevaplamakta hem de onunla önemli ölçüde örtüşmektedir.
Kur’an’ın
Big Bang Teorisini Açıklaması
35Kur’an-ı
Kerim, hem lafzı hem de anlam ve içeriği itibariyle başlı başına
bir mucizedir.
Yüce Allah pekçok âyette biz insanları Kur’an üzerinde düşünmeye,
onu anlamaya ve
ondan öğütler almaya çağırmakta, Yâsîn Suresi
ikinci
âyetinde de: “Hikmet dolu Kur’an’a yemin olsun ki..”
diyerek Kur’an’ın
“bilim
ve hikmet dolu” olduğunu vurgular. Kur’an incelendiği zaman, onda
hemen hemen her
bilim dalı ile ilgili pek çok şeyin yalın ve özlü terimlerle,
açık veya
kapalı bir şekilde söylenmiş veya işaret edilmiş olduğu görülür
.
36Sadece
kozmoloji (evren bilim) ile ilgili ikiyüze yakın âyet bulunmaktadır.
Şüphesiz
ki, Kur’an’ın sunduğu “kıssa” ve “mesaj”ların hiçbirinin detay içermediği
de açıktır.
Böylece Kur’an, insana kâinattaki varlıkların yapısı ve tabiî
olayların
meydana gelişi hakkında temel bilgiler vermektedir ki bu bilgiler,
bugünkü bilim
ve teknolojinin kesin olarak doğru kabul ettiği bilgilerle uyum
arzeder.
Kur’an bir fizik veya astronomi kitabı olmamakla birlikte, insana bazı
temel doğru
bilgileri vermekten de uzak değildir. Bu bilgileri bizatihi vermekle,
Allah
insana kâinatı araştırma hususunda, ilk hareket noktalarını doğru
tespit etmesi
için yardımcı olmaktadır.
33 Taslaman Caner, a.g.e. s. 17.
34 Efil Şahin, a.g.e. s. 235.
35 bkz. 4. Nisâ, 82; 38. Sâd, 29; 47. Muhammed, 21.
36 Genel bilgi için bkz. Nurbaki Haluk, Kur’an-ı
Kerim’den Âyetler ve İlmî Gerçekler, TDV.
37 Bu
nedenle de Maurice Bucaille gibi,
Kur’an’ı
inceleme fırsatı bulmuş bazı Batılı ilim adamları da, Kur’an’da pekçok
tabiat olayı
hakkında ancak çağdaş bilimin verileriyle elde edilmesi ve anlaşılması
mümkün olan
ifade ve beyanlar bulunca, hayrete düşmüş, Kur’an’ın
mucizevî
sihrine kapılmış ve dolayısıyla Müslüman olmuşlardır.
38 İşte
ilim adamlarını hayrete düşüren hususlardan birisi de, Kâinatın yaratılışı
ile ilgili olan
âyetlerdir. Kur’an asırlarca önce evrendeki her şeyin en
başta bir bütün
olduğunu ve evrenin her an genişlemekte olduğunu yani, Big
Bang’ın
en temel özelliklerini açıklamıştır. Yüce Allah şöyle buyurur: “Göklerle
yer ikisi
bitişik bir halde iken, onları birbirinden yarıp ayırdığımızı ve her canlıyı
sudan
yarattığımızı o kâfirler bilmezler mi, hâlâ inanmayacaklar mı?” (21.
Enbiya,
30). Ayetteki “eve lem yerev: görmediler mi?” ifadesi,
“bilmezler mi?”
anlamındadır.
39
Çünkü Kur’an’ın indirildiği dönemdeki insanlara hitap etmektedir
o günün
müşrikleri, evrenin tamamının bir kütle halinde olduğunu
ve göklerle
yerin sonradan birbirlerinden ayrıldıklarını bilmiyorlardı ki, onlar
hakkında
“görmüyorlar mı ki” ifadesi kullanılsın.
40
Müfessirler bu âyette anlatılmak istenenler hakkında çeşitli görüşler ileri
sürmüşlerdir.
Buradaki ihtilaflar bitişik ve kaynaşık olma anlamındaki “retk”
ile;
birbirinden ayırma anlamına gelen “fetk” lafızları üzerinde yoğunlaşmıştır.
41 “Retk”:
yaratılıştan bitişik ve kaynaşık olan şey,
42 “Fetk”
ise, aslında bitişik olan iki şeyi birbirinden ayırmaya denir ki, “retk”
kelimesinin tam zıddıdır.
37 Bayraktar Mehmet, İslâm ve Ekoloji, DİB. Yay.
Ankara, 1992, s. 32-33. Konu ile ilgili ayrıca
bkz. Kırca Celâl,
Kur’an-ı Kerim’de Fen Bilimleri, Marifet Yay. İst. 1994, s. 392; Bucaille
Maurice, Müsbet İlim Yönünden Tevrat İnciller ve
Kur’an, çev. Ali Sönmez, DİB. Yay. İst.
1987, s. 241.
38 Mesela Bucaille, Eski Ahit ve İncilleri tarafsız
olarak inceleyip, onlarda, çağdaş bilgilerle,
kesinlikle uyuşmayan ve
ayrıca Matta ile Luka İncillerinin kendi aralarındaki bariz çelişkileri
tespit ettikten
sonra şöyle der: “… Kur’an’ın Arapça metnini çok dikkatli bir biçimde
inceledim. Bunun
sonucunda Kur’an’ın modern dönemde ilmî bakımdan tenkit edilebilecek
hiçbir şey ihtiva
etmediğini kesin olarak kabule mecbur kaldım”. Bkz. Bucaille,
Maurice, Tevrat, İnciller, Kur’an-ı Kerîm ve Bilim,
çev. Suat Yıldırım, Işık Yay. İst. 2005, s.
29-30.
39 Râzî Fahrettin, et-Tefsîru’l-Kebîr
(Mefatihu’l-Gayb), el-Matbaatu’l-Behiyyeti’l-Mısrıyye, 1
bsk. Kahire, tsz. XXII, 162; Alûsî, Rûhu’l-Meânî fî
Tefsîri’l-Kur’anı’l-Azîmi ve’s-Seb’i’l-Mesânî,
Dâru İhyâi’t-Turasi’l-Arabî, Beyrut, tsz. XVII, 34-36.
40 Şimşek Sait, Hayat Kaynağı Kuran Tefsiri, Beyân
Yay. İst. 2012, III, 373.
41 R. el-Isfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an,
Kahraman Yay. İst. 1986, s. 273.
42 R. el-Isfehânî, a.g.e, s. 558-559;
Asım Efendi, Kamus Tercemesi, İst. 1304-1305, III, 980;
Tehânevî, Keşşâfu Istılahatı’l-Funûn, Kalkuta, tsz.
III, 442. Aslında Arapça’da, bir şey
kısımlara ayrılırsa
buna “fusile, şukka” denir “futike” denmez. Ama birbirine tamamen
43Genel
anlamda Kur’an, sürekli patlama-yarılma-ayrılma eylemleri halinde gerçekleşen
yaratılışı tanıtırken üç kavramı öne çıkarmaktadır: “Fetk, Felg, Fıtır”.
Bunların üçü de aynı anlamda birleşmektedir ki, her üçü de bir yaratılış
olayını ifade etmektedir. Ancak yaratma olayını ifade eden âyetlerde daha çok
Allah’ın Fâtır ismi geçmektedir. Özellikle de “Göklerin ve yerin fatırı…”
ifadesine vurgu
yapılmaktadır.
44 “Fâlık”
ismine gelince, “Hiç kuşkusuz Allah’tır Fâlik olan/daneyi yaran, çekirdeği
patlatan, ölüden diriyi çıkarır O; diriden ölüyü çıkaran da O’dur.” (En’âm, 95-96). Demek oluyor ki, yarma, patlatma şeklinde sürüp
giden yaratış ve yaratılış süreci, “ölüden diriyi, diriden ölüyü” çıkarma
süreci olarak
devam
etmektedir. Meselâ, her gün şafağın yarılıp içinden sabahın çıkarılması da
böyledir.
Bu
âyetin tefsirinde genel olarak dört ayrı görüş ortaya konulmuştur:
1-) İbn
Abbas’tan rivayete göre, yer ve gökler her ikisi bitişik tek kütle iken Yüce
Allah bunları birbirinden ayırdı. Ka’b (ö. 32/652), Dahhâk (ö. 105/723), H. Basrî
(ö. 110/728), Said b. Cübeyr (ö. 95/714), Ata (ö. 115/733) gibi ilk devrin önde
gelenleri bu görüşü benimsemişlerdir. Bunlara göre, bölünüp ayrılma, kütlenin
ortalarında yer alan hava gücüyle meydana gelmiştir. Ka’b ise, ayrılmanın bir
rüzgâr sebebiyle olduğunu söyler.
45
Tefsirinde tabiat ve gökbilimlerine yer veren Râzî (ö. 606/1210) daha çok bu
görüşü benimser.
46 2-)
Mücâhid (ö. 110/718) ve Süddî’ye (ö. 127/744) göre, gökler birbirine bitişik
tek kütle idi. Allah bu kütleyi bölüp onu yedi semâ
haline getirdi. Yerler de tek kütle idi, onu da yedi yer haline getirdi.
47
bitişik, kaynaşık olan ve aralarında ayrık ve yarık olmayan iki şey birbirinden
ayrılırsa
buna da
“futike” denir. Bkz. el-Askerî Ebû Hilâl, el-Furûk fi’l-Luğe, thk. Cemal
Abdulganî,
Müessesetü’r-Rîsâle,
2. Bsk. Beyrut, 2006, s. 251.
43 bkz. 12. Yûsuf, 101; 14. İbrahim, 10; 35. Fâtır, 1;
39. Zümer, 46; 42. Şûra, 11.
44 Öztürk, Y.Nuri, Kur’an Açısından Küresel
Felaketler, Yeni Boyut Yay. 3. bsk. İst. 2008, s.
27-28. Ayrıca bkz.
Yeniçeri Celal, Uzay ve Varlık Ayetleri Tefsiri, Erkam Yay, 3. Bsk, İst.
2006, s. 92-93.
45 Mâverdî Ebu’l-Hasan, en-Nüketü ve’l-Uyûn Tefsîru
Mâverdî, thk. Seyyid b. Abdulmaksûd,
Dâru Kütübi’l-İlmiyye, 1. bsk. Beyrut, 1992, III, 444;
Bursevî İsmail Hakkı, Tefsîru
Ruhu’l-Beyân, Dersaadet, 1331, V, 471.
46 Râzî, Mefatihu’l-Gayb, XXII, 163.
47 Taberî İbn Cerîr, Câmiu’l-Beyân ‘an Te’vî’l-Kur’an,
M. el-Bâbî el-Helebî, 2. bsk. Kahire,
1954, XVII, 17-18; Kurtûbî,
el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1.
bsk. Beyrut, 1988, XI, 187-188;
İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’anı’l-Azîm, Dâru’l-Marife, Beyrut,
1969, III, 176-177.
48-3-) Gökler
birbirine bitişik olup katılıktan yağmur yağdıramıyorlardı. Yerler de birbirine
bitişik olup katılık ve sertlikten dolayı nebat bitiremiyordu.
Allah
göğü yağmurla, yeri de nebatlarla yardı. Başta İkrime (ö. 115/733) olmak üzere
müfessirlerin çoğunun görüşü budur. Müfessir Taberî (ö. 310/922) bu yorumu
benimser. Çünkü aynı âyetin devamında Yüce Allah, “Biz her canlıyı sudan
yarattık” buyuruyor.
49
Tabiî ki o günün insanları yağmuru ve bitkileri görüyorlardı ama,
göklerin ve yerlerin birbirlerinden ayrılışına şahit olmamışlardı.
50 Bu
görüşün diğer bir tercih sebebi ise, “Andolsun o dönüş sahibi olan göğe ve
nebat ile yarılan yere…” (Tarık 11-12) âyetidir.
51
İkrime
bu âyeti şöyle
yorumlar: “Gökyüzü yağmuru yeryüzüne geri dönderir. Yer de bitkilerin
sürmesiyle yarılır.
52- 4-)
Ebu Müslim el-İsfehânî (ö. 322/934) ise, “bu âyetteki
“fetk” ile yaratıp
ortaya koyma anlamı
kastedilmiştir” der. Bu tıpkı, “O göklerin ve yerin
fatırı:
(yarıp bölerek yaratını) dır.” (35. Fatır, 1) âyeti
53
gibidir. Dolayısıyla Cenab-ı Hak burada yaratmasını “fetk” ile,
yaratmazdan önceki halini de “retk”
ile ifade
etmiştir.
54 Her
ne kadar bazı müfessirler, bu âyetin manalarından birini tercih edip,
diğerlerini eleştirmişlerama, geçmiş ve gelecek bütün beşere hitap eden
Kur’an’ın câmiiyyeti açısından bakıldığında bu âyetin yukarıdaki manaların
hepsine işaret yoluyla da olsa delâlet ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü bu âyet
geniş tefsir ve izahları gerektiren dikkat çekici bir âyettir. Âyetteki
“semâvât” lafzı çoğul olup bütün gökleri, kâinatı içine alan bir ifadedir.
Dolayısıyla bu,
henüz göklerin
ve yerin bir arada bulundukları kânitanı ilk halini ifade etmektedir ki bu,
“Big-Bang” teorisini akla getirmektedir. Dolayısıyla biz burada sadece nüzul
dönemindeki Arapların anladığı manayı anlamanın gerektiğini söyleyenlerin
düşüncesine katılmayıp yukarıda ifade ettiğimiz manaların her birinin muhtemel
olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Kur’an’ın ayetlerini, her asırdaki insanların kendi
bilgileri nisbetinde anlar. Böylece her asırda bilimsel
48 Taberî, a.g.e, XVII, 18-19.
49 Şimşek Sait, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, III, 373-374.
50 bkz. 18. Kehf, 51.
51 Şenkitî M. Emin, Edvâu’l-Beyân fî Îdâhi’l-Kur’an
bi’l-Kur’an, Alemu’l-Kütüb, Beyrut, tsz.
IV, 563-564. Bu müfessir ilmî
tefsire karşı olduğu için bu âyeti yorumlarken bugünkü ilmî
verilere hiç yer
vermemiştir.
52 İbn Ebi’d-Dünya, Hadislerde Yağmur, Gökgürültüsü,
Şimşek ve Rüzgâr, çev. Hüseyin Kaya,
Ocak Yayıncılık, 1. bsk. İst. 2007, s. 60.
53 Bu âyetin bir benzeri de, 21. Enbiyâ, 56. âyetidir.
54 Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XXII, 163. i’câz tazelenir
.55
Nitekim Duman hoca da bu âyetin açıkça evrenin ilk
yaratılış olayından bahsettiğini vurgular (bkz. Duman Zeki, Beyânu’l-Hak, Fecr
yay. Ankara, 2006, II, 357). Zamanla, mekanla mukayyet olmayan Kur’an’ın manaları bitmez. Yorum
yapmaya çalışmak veya mevcut görüşlerden birini tercih
etmek, diğer
ihtimallerin yok sayılması anlamına gelmemeli, konuya, Kur’an dinamizmi ve
anlam zenginliği açısından bakılmalıdır.
Ele
aldığımız âyette, Allah’ın birliği, ortağı ve benzerinin bulunmadığı, bu evren
ve içindeki varlıklar yok olduktan sonra onları yeniden yaratabilecek güce
sahip bulunduğuna dair deliller yer almaktadır.
56 Bu
âyet aynı zamanda istifham, dikkat çekme ve azarlama kipiyle gelerek,
inkârcıların ve müşriklerin, yaratıcı kuvvetin ve kudretin saltanatı karşısında
intibaha gelip göklerin ve yerlerin nasıl yaratıldığını tefekkür etmelerini
talep etmektedir.
57
Ayetin anlaşılması “fetk” (: yarıp bölme) kavramı üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Bu
yarıp bölme ne şekilde olmuştur? Bu, yavaş bir bölünme olacağı
gibi büyük bir
patlama şeklinde de olabilir. Âyetin tefsirinde de gördüğümüz gibi müfessirler
bu konuda bir yorum yapamamışlardır. Önceki Müslümanlar bu durumu, nazar,
tecrübe ve ilmî inkişaflarla değil, sadece Kur’an’ın verdiği habere gaybe iman
yoluyla öğrenmişlerdir.
58
Bugün biz biliyoruz ki, mahiyet ve hakikat itibariyle birbirine kaynaşmış
nesnelerin ayrılması ve kopan dev parçaların korkunç mesafelere gidebilmesi
için, “fetk” fiilini, patlatıp bölme gibi hakiki anlamda yorumlamak gerekir.
59
Ayrıca bulutsu kütle parçalarının patlama sırasında, çok fazla dağılmayıp
hedeflenen yer küreleri oluşturabilmeleri için belli bir yoğunlukta olmaları
gerekir. Aksi halde, bir göğü veya bir yıldızı oluşturacak olan bölünmüş kütle,
atom (:zerre) parçacıkları birbirlerine
tutunamazlar ve
her hangi bir kütleyi oluşturamayacak biçimde evrenin sonsuz boşluğuna dağılıp
giderlerdi.
55 Değerlendirme için bkz. Güllüce Veysel, Bilimsel
Tefsirde Usûl, s. 69 vd.
56 İbn Aşûr, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XVII, 40.
57 Nayif Münir Faris, el-I’câzu’l-İlmi fi’l-Kur’an ve’s-Sünne,
Meklebetu İbn kesir, 1. bsk,
Beyrut, 2006, s. 126, Bu âyet, cümlenin şimdiki ve
gelecek zaman dilimlerini içine alan
müzâri kipiyle başlayıp sonradan geçmiş zamanı ifade
eden mâzi kipine dönmüştür. Gelecekteki
bir eylemin mâzi
kalıbı ile gerçekleşen iltifat sanatının bu çeşidi, o işin bitmiş gibi
kesinliğini, önemini
veya zaman bakımından önceliğini anlatır. Zira böyle bir kullanım
edebî açıdan daha
beliğ bir kullanımdır. Âyette “fefetegnâ” (: ayırdık) ve “ce’alna” (:yarattık)
denilmesi, bu olayın
inkârı mümkün olmayan kesin bir gerçek olduğunu vurgulamak
içindir. Çünkü mâzi
kalıbı, bir işin meydana geldiğine ve kesinliğine işaret etmektedir.
Bkz. Dağ Mehmet, Kur’an’da Üslûp Diyalektiği İltifat,
Salkımsöğüt Yay. Erzurum, 2008, s.
250.
58 Heyto Muhammed Hasan, el-Mucizetu’l-Kur’aniyye,
Müessesetu’r-Risâle, 1. bsk. Beyrut,
1989, s. 197-198.
59 Usameddin İsmail b. Muhammed, Hâşiyetu’l-Konevî ‘alâ Tefsîri’l-İmâmi’l-Beydavî, thk. Abdullah
Mahmud, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. bsk. Beyrut, 2001,
XII, 508-509.
60 Bu
yüzdendir ki âyetteki “retk” kelimesine bazı müellifler biribirine kaynaşmış”
anlamını verdiler ki bu da, belli bir yoğunluk olmadan mümkün değildir
61
Modern zamanlarda yazılmış bazı tefsirlerdeki açıklamalara göre, evren
başlangıçta bir bütün yani tek bir kütle olduğu, bu kütlenin sonradan bölünüp
parçalara, yani dünyanın da içinde bulunduğu uzay cisimlerine ayrıldığı ifade
edilmektedir.
62
Kur’an’ın bu ifadesi günümüzde genellikle astrofizikçilerin evrenin oluşumu
hakkında kabul ettikleri teoriyle örtüşmektedir. Bu bilim adamlarına göre,
uzaydaki cisimler vaktiyle bir gaz ve toz kütlesi (nebula, bulutsu) halinde
idi. Merkezi çekim sebebiyle büzüşüp muhtelif noktalarda yoğunlaşan bu gaz
kütlesinden zamanla küreler halinde parçalar koparak uzay boşluğuna fırlamış,
merkezi çekim kuvvetinin etkisiyle dönmeye, uzayın soğukluğu sebebiyle de
soğumaya başlamıştır. Bu dönüş esnasında yoğunlaşan ana kütlelerden de bazı
parçalar kopmuş, bunlar da ana kütlelerin etrafında
dönmeye devam
etmiştir. Böylece tek bir kütle, milyarlarca yıl ile ifade edilen zaman
dilimlerinde galaksi ve güneş sistemlerine; bunlar da giderek yıldızlara,
gezegenlere ve bunların uydularına dönüşmüş, nihayet güneşin uydusu olan
dünyamızın da içinde yer aldığı gezegenler iyice soğuyarak bugünkü şekillerini
almışlardır.
63
Dünya güneşten koptuğu gibi, güneşte kendinden daha büyük başka bir güneşten
kopmuş ve o da o güneşin etrafında dönmeğe başlamıştır. Her güneşin
çevresindeki gezegenleri, uzayda onun çevresinde yüzdüğü gibi her güneşte kendi
ana güneşinin çevresinde yüzmektedir. “Bunların her biri bir felekte
(yörüngede) yüzmektedir” (36. Yâsin, 40) âyeti
64 tam
bu teorinin söylediği gibi
dünyanın, ayın,
güneşin, birer yörüngede yüzdüklerini ifade etmektedir.65
60 İbn Kuteybe, Te’vîlü Müşkili’l-Kur’an,
thk. S. Ahmed Sakar, Dâru’t-Turâs, 2. Bsk. Kahire,
1973, s. 381; R. el-İsfehânî, el-Müfredât.
s. 558-559.
61 Yeniçeri Celâl, Uzay ve Varlık Ayetleri
Tefsiri, s. 114.
62 Tantavî, el-Cevâhir fî
Tefsîri’l-Kur’anı’l-Kerim, M. el-Bâbî el-Helebî, 2. bsk. Mısır, 1350 h.
X, 207; Elmalılı, M.H.Yazır,
Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İst. tsz. V, 3351; Ahmed
Muhtar Paşa, Serâiru’l-Kur’an fî Tekvini
ve Îfâi ve İ’âdeti’l-Ekvân, Dâru’l-Hilâfeti’l-İlim,
İst. 1336 h. s. 41; Şahâti Abdullah,
Tefsîru’l-Kur’an’ıl-Kerim, Dâru Ğarîb, Kahire, tsz. IX,
3270; Ateş Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş
Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İst. 1985, V.
501-503;
Yıldırım Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yay. İst. tsz. S.
64
vd.; Heyet,
Kur’an Yolu Meâl ve Tefsir, DİB. Yay. Ankara, 2007, III, 675-677;
Şimşek Sait,
Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, III, 378-379; Karaçam İsmail, En Büyük Mucize Kur’an-ı
Kerim’in İlmî ve Edebî Sırları, Y.Şafak
Kültür Armağanı, İst. 2005, s. 403 vd; Bereketzâde
İsmail Hakkı, Necâib-i Kur’aniyye, İst.
1331, s. 283-284.
63 Heyet, Kur’an Yolu Meâl ve Tefsir, III,
675-676.
64 Ayrıca bkz. 21. Enbiyâ, 33.
65 Lütfullah Erzurumî (Göğsügür Mehmed
Efendi), Râmûzu’t-Tahrîr ve’t-Tefsir, Süleymaniye
Kütübhanesi, Halet Efendi Böl. nu.
20, vrk. 227 b, 439a.
66Kâinatın
oluşumunu anlatan bu teoriyi, Kur’an’ın nazil olduğu çağda ne Araplar ne de
başkaları biliyordu. O zaman yıldızların, feleklerin sabit ve çakılı olduğu
sanılıyordu. Kur’an ise, bunların yüzdüğünü söylüyor. Yüzmek için serbest
olmaları, bir şeye asılı veya çakılı olmamaları gerekir. Demek ki, Kur’an’ın
dediği, o zamanki kâinat düşüncesine aykırıdır ve ilim ilerledikçe
Kur’an’ın
söylediğini doğrulamıştır. 6066 Merhum Elmalı’lı da, bunu çok enteresan
biçimde şöyle
dile getirmiştir: “Kimi Güneş, kimi Kamer, kimi ziya, kimi nûr, bütün ecramdan
her biri bir felekte (:mahrek, mihver) kendine mahsus bir dairede yüzüyor da
yüzüyor, hiç biri sakin değil, hepsi birer hareketi devriyyede, bir tutar yok,
hepsi muallakta (boşlukta), hepsi yolunda, hepsi nizamında, hepsi mahfuz
yüzüyorlar da yüzüyorlar”.
67 Ay,
güneş ve yıldızlardan her biri kendilerine mahsus bir felekte aynen suda yüzen
birisi gibi kendileri yüzerler.
68
Yoksa önceleri zannedildiği gibi fele onları döndürmez.
69Çünkü
âyette, “onlardan her biri” ve “yüzerler” ifadeleri, bütün gezegenlerin böylece
yüzdüğünü belirtmektedir.
70
Enbiyâ, 30. Âyeti’nin sonunda, hayatın temelinin suya dayandığına işaret
edilmek üzere,
canlı olan her şeyin temel maddesinin sudan yaratıldığı
71 veya
her canlı varlığın kaynağında suyun bulunduğuna dikkat çekilmiştir.
66
Ateş Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, V, 502. Şunu da belirtelim ki,
bugün, bu
âyetin
daha güzel anlaşılmasından, iniş döneminde bunun hiç anlaşılamadığı sonucuna
varamayız. Modern ilmin keşifleri, olsa olsa âyetlerin dolaylı anlatımından
anlaşılmakta
veya modern ilmin verdiği sonuçlar, Kur’an’da anlatılanların gerekçesini
vuzuha kavuşturmaktadır.
Ayrıca
bu gibi konulara dair âyetler, Allah’ın kudretini anlatmayı amaç edinmişlerdir.
Yoksa
bilimsel sonuçlara varmaya değil… Bkz. Şimşek Sait, Yaratılış Olayı, Beyân
Yay.
İst. 1988, s. 22.
67
Elmalılı, Hak dini, V. 3355.
68
En-Neccâr M. Rağıb Zeğlûl, Min Âyâti’l-İ’câzi’l-İlmiyyi li’l-Ardı
fi’l-Kur’anı’l-Kerim,
Dâru’l-Ma’rife,
1. bsk. Beyrut, 2005, s. 262-263.
69
“Felek”: “yıldızların döndüğü yer” demektir. İslâm astoronomları güneşle ay dahil yedi
gezegenin hareketini açıklamak üzere iç, içe geçmiş yedi saydam halka tasavvur
etmişler ve
her halkaya birer gezegenin bindirildiği, felek denen bu halkaların
Allah’ın izniyle döndüğünü
zannetmişlerdir. Kur’an’da ifade edilen “felek”
kelimesiyle, gök cisimlerinin üzerinde döndüğü yer yahut yörüngeler
kastedilmiştir. Ancak Râzî, Arapça’da dönen her şeye felek dendiğini, fakat
feleğin,
dönme olayının faili mi yoksa mahalli mi olduğunda ihtilaf bulunduğunu
söylemiştir.
Bir
görüşe göre, felek bir gök cismi değil, gezegenlerin dönüş yeridir. Çoğunluk
ise, onun
cismanı
fakat şeffaf bir dönen varlık olduğunu, gezegenlerin de üzerinde yer aldığı bu
görünmeyen cisimle birlikte döndüğünü ileri sürmüşlerdir. Bkz. Râzî, Mefatih,
XXII, 167.
Ayrıca
bkz. Tehanevî, Keşşâf, III, 448; Kutluer İlhan, felek mad. DİA. İst. 1995, XII,
303
70
Lüfüllah Erzurumî, Râmûzu’t-Tahrîr ve’t-Tefsir, vrk. 439a.
71
Ayrıca bkz. 24. Nûr, 45. Ebu’s-Suûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm ilâ
Mezâye’l-Kur’anı’l-Kerîm, Dâru lhyai’t-Turâsi’l-Arabî,
.
72Çünkü
bütün canlıların birleşiminin yarıdan fazlasını su oluşturmaktadır.
73
Meselâ, insan vücudunun % 76’sı sudur. Dolayısıyla her canlının oluşumunda su,
temel bir unsurdur.
74
Susuz hiçbir hayat mümkün değildir. Herhangi bir gezegende hayatın var olup olmadığı,
orada yeterli
miktar suyun olup olmadığı sorusunun cevabına bağlıdır.
75
Bugün biz biliyoruz ki, dünyamızdan yükselen gaz ve buharlar, yoğunlaşarak
yağmur şeklinde tekrar dünyaya dökülmüş, böylece denizler ve okyanuslar meydana
gelmiştir. Suda yosunlaşma ile başlayan canlılar âlemi, ilahî kanunlar gereği
gelişerek bugünkü halini almıştır. Yine Yüce Allah, en gelişmiş canlı türü olan
insanı, içinde suyun bulunduğu özel bir çamurdan yaratmıştır.
76
Muhammed Esed’e göre “her canlıyı sudan yarattık” ifadesi üç boyutlu bir anlam
taşımaktadır: a) Su bütün canlı türlerinin ilk
örneğinin ortaya çıktığı ortamdır. b) Var olan veya tasarlanabilen bütün
sıvılar içinde yalnızca su, hayatın ortaya çıkıp tekâmül etmesi için uygun ve
gerekli özelliklere sahiptir.
c)
Hayvansal veya bitkisel, canlı hücrenin fiziksel temelini oluşturan ve içinde
hayat olgusunun belirebileceği yegane madde ortamı
olan protoplazma büyük ölçüde sudan ibarettir ve bütünüyle suya dayanmaktadır.
77
Görüldüğü üzere Kur’an, hayatın sudan nasıl yaratıldığına dair bir şey
söylemez. Organizmaların ilkin hangi biyolojik süreçlerde ortaya çıktığına
değinmez. Çünkü bu konu metafiziğe değil tabiat tarihine aittir. Öyle ki,
Kur’an canlıların nasıl yaratıldığına bakmaya çağırdığında talep ettiği nazar,
canlıların hilkatinde âşikâr bulunan hikmete bakmak ve ibret almaktır. Yoksa
herhangi bir canlının yaratılış aşamalarını araştırmak değildir.
78
Hasılı, hayatın hangi safhası ele alınırsa alınsın, tek hücrelilerden en kompleks varlıklara kadar her şeyde suyun hakim unsur olduğu
görülür. Kur’an’ın bu koca gerçeği bir cümlecikte ifade etmesi ise, hem ilginç
hem de manidardır. Zira 1400 sene öncesinin insanı ne hücre bilgisinden ne de
hayatın terkibindeki su nisbetinden haberdardı. Kur’an böylece canlıların yaratılışındaki
bütün aslî unsurlara, dikkat çekerek, icmali manada ilimlere
73 Tabâtabâî M. Hüseyin, el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur’an,
Menşûrâtu Cemaâti’l-Müderrisîne,
Kum, tsz. XIV, 279; Ateş Süleyman, a.g.e,, V, 502.
74 Şerkavî M.Abdullah, el-Kur’an ve’l-Kevn, Beyrut,
1991, s. 75-76.
75 Bucaille Maurice, Müsbet İlim Yönünden Tevrat
İnciller ve Kur’an, s. 269.
76 Bkz. 35. Fâtır, 11; 37. Saffât, 11.
77 Esed Muhammed, Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İst.
1999, III, 652. Varlıklar açısından suyun
fonksiyonu ile ilgili,
bilimin bugünkü verileri ışığında, bu âyetin diğer açılımları için ayrıca
bkz. Nurbaki
Haluk, Kur’an-ı Kerim’den Âyetler ve İlmî Gerçekler, II, 28 vd.
78 Kurt E. Mazhar, Yaratılış, Tabiatın İlahî Emirle
Varoluşu, Mavi Ufuklar Yay. İst. 2010, s.
116.
79rehberlik
yapmakta, tafsilat ve teferruatı zaman ve geleceğin ilim adamlarına
bırakmaktadır.İşte
evrenin başlangıçtaki fiziksel birliğine işaret eden önceki ifadeyle, canlı
âlemin elementer birliğine işaret eden bu ifadenin birlikte ele alınması, bütün
yaratılış olgusunun dayandığı tekbir planın, tek ve tutarlı bir yaratma
eyleminin ve buna bağlı olarak tek bir yaratıcının varlığına götürmektedir.
80Büyük
müfessir Hamdi Yazır da, yukarda geçen âyetteki “retk” ve “fetk” kelimelerni
esas alarak, âyetin yorumunu şöyle yapmıştır: “semâvât ve arz ikisi bitişik bir
şeydi. Allah aralarını ayırdı. Bu mana, “madde-i ûlâ” (ilk madde) nazariyesine
uygun düştüğü gibi; arzın Şems’ten ayrılmış olması hakkındaki nazariyeye de
temas eder…”.
81 Bu
âyetin sonu ilginç bir şekilde “İnkâr edenler… hâlâ
inanmıyorlar mı?” hitabıyla sona erer. Sanki bu âyet, açıklıkla zamanımız
insanına inmiş gibidir. Modern ilmin gerçeklerine hâlâ inatla sırt çeviren,
ilim dışı, çağ dışı inkârcılara Yüce Allah ısrarla soruyor: “hâlâ inanmıyorlar
mı?”.
82 -20. asır insanlarından bazıları ise, ilmî
gerçeklere sırt çeviremiyor, “yaratılış” konusunda fizikî delilleri inkâr
edemiyordu… ama bir türlü de –anlaşılmaz bir gurur ve
inatla belki-imana da gelemiyordu. Meselâ, meşhur “Tanrıların Arabaları” adlı
kitabın yazarı Erich von Daniken, kâinatın yaratılışı hususunda şöyle
diyordu:“İlk patlamadan önce varolması gereken güç Tanrı
adı altında
belirlenmiştir.
83 Tüm
oluşumlardan önce var olan bu ilk olağanüstü güç, nötre
bir yapıdaydı. Bu güç Big Bang’dan daha önce vardı. Büyük dağılımı yarattı.
Böylece evrendeki dünyalar oluştu. O cisim haline gelmemiş
ilk güç,
bilinmeyen ilk emir, madde oldu. Büyük patlamanın sonucunu o biliyordu.”
84Diğer
taraftan Büyük patlama teorisi, kâinatı kapalı bir sistem biçiminde
ezelî olarak
varsayan mutlak natüralizme darbe vursa da, tabiatçılar bu teorinin “yoktan
yaratılış” lehine suistimal edilerek taraflı yorumlandığından yakınırlar. Beri
taraftan birçok tabiatçı kozmolog teoriyle uyumlu natüralist kurgular
üretmişlerdir. Bu kurgularda “ezeli tabiat” fikri, Büyük Patlama’ya
elveren yeni
fantastik imajlara aktarılır
79 Gülen Fethullah, Kur’an’ın Altın İkliminde, Nil
Yay. İst. 2012, s. 456.
80 Nitekim Tantâvî de bu hususta şöyle demektedir:
“Bugün gerek şark’ta gerek Garp’ta bütün
okullarda dünyanın
güneşten ayrılmış bir parça olduğu ve onun etrafında döndüğü
öğretilir.” Bkz.
Tantâvî, el-Cevâhir fî Tefsîri’l-Kurani’l-Kerim, X, 207.
81 Elmalılı, Hak Dini, V, 3351 vd.
82 Tuna Taşkın, Uzay ve Dünya, Yeni Asya yay. İst.
1982, s. 28-29.
83 Daniken Erich Von, Tohum ve Evren, çev. Sezai
Yalçınkaya, Milliyet Yay. İst. 1975, s.
84 Meselâ, örnek için bkz. Tuna Taşkın, a.g.e, s. 29-30.
. 85 Başlangıçta
maddenin hiçbir yerden gelmediğini, kendiliğinden tesadüfen ortaya çıktığını
farzederler. Diğer bir kurgu “Döngüsel Evren” modelidir. Kâinatın sonsuz bir
varoluş yaşadığını,
sınırsız büyük
patlamalar geçirmesinin mümkün olduğunu, muhtemelen bir kurulup bir dağıldığını
öne sürerler. Ancak bu “sonsuz kâinat” vurgusuna çoğu bilimci karşı çıkar.
Büyük Patlamanın öngördüğü başlangıç anından öncesine dair fantastik şeyler
söylemeyi bilimsel bulmazlar.
86İşte
insanın bu inkâr psikolojisinden dolayıdır ki, Kur’an varlıklardan kendileri
için değil, yaratana delâletleri açısından bahseder. Onun asıl hedefi,
insanların tevhid ve iman esasları konusunda dikkatını çekerek onları irşâd
etmektir. Kâinatla alakalı bütün konular bu maksada hizmet için zikredilir.
Varlıkların mahiyeti değil vazifeleri dillendirilir. Bu sebeple güneşten,
aydan, yıldızlardan, göklerden, yerlerden, sudan, topraktan… bahsedilirken:
“…bunda Allah’ın varlığına deliller, ibretler vardır”, “Hâlâ inanmıyorlar mı?”
gibi ikaz edici vurgu ve ifadeler kullanılır.
87Hulasa:
Kur’an-ı Kerim, âyetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde nazmetmiş ve vaz
etmiştir ki her bir cihetten ihtimal yolları bulunsun ki, muhtelif vehimler ve
istidâtlar, zevklerine göre, hisselerini alabilsinler. Dolayısıyla, ulûm-ı
Arabiyyenin kurallarına, belagat prensiplerine ve usûl ilmine uygun
olmak şartiyle,
müfessirlerin birbirlerine muhalif olan beyânları ve ihtimalleri, zamanlara,
tabakalara ve fehimlere göre caizdir diye hükmedilebilir. Bu açıdan
bakıldığında öyle anlaşılıyor ki, Kur’an’ın i’câz yönlerinden biri odur ki,
onun nazmı öyle bir uslûptadır ki bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir.
88Kur’an,
bir yandan sadece avamın anlayacağı, diğer yandan sadece havasın anlayacağı,
bir de, hem avamın hem de havasın birlikte anlayacakları hakikatleri ihtiva
eder. İşte bu Enbiyâ 30. âyeti bu kabildendir. Kur’an’ın ilmî i’câz yönlerinden
biri de, tefekküre, kâinatı incelemeye ve kıyasa davet etmesidir. Kur’an,
muhataplarını ısrarla kâinatı incelemeye ve kıyas yapmaya çağırır.
Böylece
Kur’an’da, şer’î ilimleri beyân eden, aklî delilleri kullanma yollarına
85 Kurt E. Mazhar, Yaratılış. Tabiatın İlâhi Emirle
Varoluşu, s. 111-112.
86 Okçu Abdulmecit, Kuran’a Göre Evrenin İnsana
Musahhar Kalınışı, Salkımsöğüt Yay. Er
zurum, 2009, s. 59.
87 Bediuzzaman S. Nursî, İşârâtu’l-İ’câz, çev.
Abdulmecid Nursî, Şahdamar yay. İst. 2007, s.
39. Bediuzzaman, Sözler adlı eserinde de, şöyle
demiştir: “Beşerin san’at ve fen cihetindeki
terakkıyatlarının neticesi olan havârık-i san’at ve
garâib-i fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer,
telgraf gibi şeyler
vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyeside en büyük mevkii
almışlar. Elbetteki
nev-i beşere hitap eden Kur’an-ı Hakim bunları mühmel
bırakmaz.
Evet bırakmamış…” bkz. Sözler, Sinan Matbaası, İst., 1958, s. 242.
88 İtikâd, ibadet, ahkâm ve ahlâk âyetleri gibi ki,
bunlar genelde muhkem kategorisinin içine
girerler. Bir de
özellikle ilmî ve kevnî âyetlerde olduğu gibi, açıkça zahirî anlamı
kastedilmediğinden
manaları hemen
anlaşılmayan ve birçok manalar taşıyan müteşâbih âyet
89Şimdi
konumuzun odak noktasını teşkil eden Enbiya 30. ayetini, muhataplarının
anlayış
seviyelerini örnek alarak ele alırsak: dikkati çeken, diğer ümmetlerin çeşitli
fırkalarına bilemedikleri kuvvetli delillerle reddiyeler vardır.
a) Bu
âyet, fen bilimlerine fazla âşina olmayan bir kimseye şu manayı
ifade eder: Gök
bulutsuz berrak, yer de kuru ve ekin bitirme özelliği yok iken,
Allah
Teâlâ göğü yağmurla, yeri de çeşitli bitkilerle fetk etti (: yardı), onları
birbiriyle
eşleştirip aşıladı ve her canlı varlığı sudan yarattı.
b)
Muhakkik bir hekim de, Yaratılışın başlangıcında sema ve arz şekilsiz
bir küme ve
menfaatsız birer yaş hamur, mahlukatsız toplu birer madde iken,
Fâtır-ı
Hâkîm onları açıp yararak güzel bir şekil, faydalı bir suret verip mahlukata
menşe etmiş
olduğunu anlar ve hayran olur.
90- c)
Çağdaş bir filozof ise, bu âyeti şöyle okuyabilir:
Yerküremiz ile güneş
sistemini
teşkil eden diğer gezegenler, başlangıçta güneşle birleşik olarak açılmamış
bir hamur
şeklinde iken, Yüce Allah o hamuru açıp o seyyareleri birer
birer yerlerine
yerleştirerek güneşi orada bırakıp zeminimizi buraya getirerek,
zemine toprak
sererek, semadan yağmur yağdırıp güneşten de ışınları serpiştirerek
dünyayı
şenlendirip bizi buraya koymuştur şeklinde anlayarak tabiat şirkinden kurtulur.
Yeri
gelmişken şunu da belirtelim ki, bilimsel tefsire mesafeli yaklaşan
müfessirlerden91
Seyyid Kutup, çağımızın olayını haber veren bu âyetin yorumunda:
“Bu
âyette olduğu gibi Kur’an bazen kevnî gerçeklere işaret eder…
Allah
Teâlâ bu âyetlerle, insanları muayyen bir tefsiri
anlamakla yükümlü tutmamış, aksine beşer aklıının önünde içtihad kapısını
açarak onun, Allah’ın ihsan ettiği anlayış ve idrâk nimetini gerçekleştirmesini
istemiştir (bkz. Şeltût Mahmud, Tefsîru’l-Kur’anı’l-Kerim, Kahire, tsz. S. 67-68). Müteşabihât, manasız ve mübhem değil, çok manalar
ihtiva etmesi sebebiyle belli bir mana tayını mümkün görünmeyen ve daha
doğrusu, ifade ettiği hakikatleri beşerin zihniyle anlamak çok zor
olduğundan
mübhem görünen bir ifadedir (Yıldırım Suat, Kur’an’a Bakışlar; Akademi yay.
İzmir,
2012, II, 304). Bu öyle bir beyandır ki,
hakikât-mecâz, sarih-kinâye, temsil-tahkîk,
zahir-hafî gibi
vucûh-i beyanın hepsini kapsar. Bunun için buna “el-Malûmu’l-Meçhûl”
denilir. Zaten
kelamda ibhâm (: anlamın kapalılığı), yerine göre en büyük belagat
şekillerinden
birini teşkil
eder (bkz. Elmalılı, Hak Dini, I, 159). Dolayısıyla her şahıs her manaya
muhatap
olamayacağı gibi, bütün beşeriyetin ilmi, Allah’ın ilmini anlama kudretinden
yoksundur.
Hatta peygamberlerin ilmi bile Allah’ın ilmine müsavi olamaz.
89 Yıldırım Suat, Kur’an’a Bakışlar, II, 289. Ayrıca
bkz. Bediuzzaman S. Nursî, Sözler, s. 242
vd.
90 Yıldırım Suat, a.g.e, II, 296-297;
krş. İbn Aşûr, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, XVII, 39-41
.
91
Meselâ, Beydâvî tefsirini şerh eden Konevî: “Biz Kur’an metninin beşerî
nazariyelerle tasdik
edilmesini
talep etmiyoruz” diyerek, Allah kelâmının, teorilere ihtiyacının olmadığını
özellikle
vurgulamıştır. Bkz. Hâşiyetu’l-Konevî alâ
Tefsîri’l-İmâm Beydâvi, XII, 508.
Bizi
ikna eden ve bağlayan şey, hakikatın Kur’an’da zikredilmiş olmasıdır.
Ayrıca
Kur’an’ın veciz bir şekilde anlattığı hakikatlere ters düşmeyen bilimsel
teorileri de
kabul ederiz. Ancak bunlar teoridir, bugün kabul edilip yarın
terkedilebilir…
92Halbu
ki Kur’an hayatımızın tek rehberi ve kılavuzudur”
diyerek
bilimsel nazariyelere karşı ihtiyatlı ve dikkatli olunmasını istemiştir.
Ancak
yine de âyetin daha net anlaşılmasına büyük katkısı olan bilimsel ge-
lişmelerden
mustağnı kalamamıştır. Nitekim evrenin yaratılması konusunda
aynı yaklaşımı
müfessir Reşit Rıza’da da görüyoruz.
93 Yine
bazı mucizevî olayları ve gayba ait haberleri yorumlarken aşırı akılcılık
sergileyen ve âyetleri bağlam ve lafzından uzaklaştıran
94
Muhammed Esed (ö. 1992) de meâl tefsirinde Enbiya 30. âyetini yorumlarken bugün
hemen hemen bütün astrofizikçilerin paylaştığı görüşü şaşırtıcı bir biçimde
doğrulamaktadır.
95
Haluk Nurbaki ise, bu âyeti, Şûra 5. âyetiyle birlikte değerlendirerek ilginç
tespitler yapar. Ona göre, “Gökler neredeyse tepelerinden çatlayacaklar” (42.
Şûrâ, 5) âyeti, kâinatın yaratılışıyla ilgili en yeni teorilerden biri olan
“parçacıklar teorisini” açıklamaktadır. Bu teoriye göre, evren belli bir
noktadan koparak başlayan ve sonsuz mekanlara yayılan
bir yaratılış şekline sahiptir. Fizikteki bu teorinin en eksik yanı, bu
kopmaların bir anlamda nokta çevresinde küresel genişlemeyi izah edemeyişidir. Halbuki bu âyete göre, evrenin sonsuz küresel mekanlarında
korkunç bir manyetik gerilim vardır. İşte bu gerilim, dağılan parçacıklar
teorisinin arayıp bulamadığı izahın ta kendisidir.
Fiziğin
bir türlü izaha mecal bulamadığı jiroskobik dönme direnci ile cazibe
(Gravidasyon) yine bu iki âyet tarafından açıklığa kavuşturulmaktadır.
96Şöyle
ki gerek evrende gezegenler arasında, gerekse atom çekirdeği ve elektronlar
arasında hüküm süren çekim ve dairenin dönme hareketi, temelde menşeini
semalardaki (uzayın küresel mekanları) gerilimden
alır. Bu manyetik gerilim, varlıklarını işgal ettiği mekanlarda
şiddetli bir çekim şeklinde hissedilmektedir.
İşte
Allah’ın Enbiyâ 30. ayetinde emrettiği “fetk” (: çekip
mekanlarından koparma) yasası gereği varlıklar kendi devamlılığını sağlamak
için jiroskobik dönme eylemi ile cazibeye karşı koymaktadırlar.
92 Seyyid Kutup, Fî zilâli’l-Kur’an, Dâru’l-Arabiyye
4. bsk. Beyrut, tsz. XVII, 24.
93 Reşid Rıza, Tefsîru’l-Kur’anı’l-Hakîm
(Tefsîru’l-Menâr), Mektebetü’l-Kahire, 4. bsk. Mısır,
1960, VIII, 447; Ayrıca bkz. Öztürk Mustafa, Kur’an ve
Aşırı Yorum (Tefsirde Bâtınîlik ve
Bâtıni Te’vîl
Geleneği), Kitâbiyât Yay. Ankara, 2003, s. 350, 381-382.
94 Bkz. Çalışkan İsmail, Muhammed Esed’in Kur’an
Mesajı’nın Tahlil ve Tenkidi. Ankara Oku
lu Yay. Ankara, 2009, s. 185 vd.
95 Bkz. Esed Muhammed, Kur’an Mesajı, III, 651-652.
96 Geniş bilgi için bkz. Nurbaki Haluk, Kur’an-ı
Kerim’den Ayetler ve İlmî Gerçekler, II, 85
97Bu
âyetin işaret ettiği, bazılarının “Büyük Patlama”, bazılarının ise, “Büyük
Parçalanma” dedikleri bu olayı tamamlayan başka bir âyette ise Allah Teâlâ
şöyle buyurur: “Sonra Allah’ın iradesi duman halinde bulunan göğe yöneldi de
ona ve arza, ister istemez ikiniz de (varlık âlemine) gelin buyurdu. Onlar da,
isteye isteye geldik dediler” (41. Fussilet, 11). Bu âyete göre, Allah Teâlâ,
Astronomi’de
“sedîm”,
98
Kur’an diliyle “duhan” denen bulutsu kütle halinde olan göğe ve henüz onun
içinde mündemiç bulunan arza, varlık dünyasında yerlerini almaları için “kün:
ol” emrini vermiştir. Ya da bu emir, patlayıp bölünmeden sonra ortaya çıkan çok
sayıdaki bulutsu kütleye aynı anda verilmiştir.
99 Bu
âyetten anlaşıldığına göre, patlayıp ayrılmadan (fetk) önce varlık maddesi, yer
ve gökleri oluşturmak üzere kurulup yönlendirilmiş, patlamadan sonra da duman
halinde olan yere ve göğe “geliniz” yani aranızda te’sis etmiş olduğum kuvve-i
cazibe (çekim kanunu)ye göre hareket ediniz
100
buyurulmuştur. Bu sebeple de onlar: “isteyerek geldik” demişlerdir. Çünkü yer
ve göklere temel teşkil eden madde böyle hedeflendirilmiştir. Bu âyetten önceki
âyetlerde yeryüzünün yaratılışından bahsedilmesi, ilk önce dünyamızın
yaratıldığı kanaatını veriyorsa da,
101
daha sonra göklerle beraber onun da “ol” emrine muhatap olması, yer ve gökler
her ikisinin de varlık âlemine beraber çıktıklarını gösterir. Ancak her
ikisindeki gelişmeler, özelliklerine göre değişik
bir seyir takip
etmiş olabilir
102
Erzurum’lu müfessir Lütfullah Efendi (ö. 1788) bu âyetin başında gelen “sümme”
(:sonra) edatına dayanak arzın, semadan önce yaratıldığını söyler.Âyetin
açılımını da şöyle yapar: ‘Rivâyete göre, gökler ve yerler yaratılmadan önce
arş su üzerinde idi. Allah Teâlâ suyu çok şiddetli bir şekilde ısıttı ve sudan
buharlar yükseldi, peşine suyun üzerine rüzgârlar gönderdi ve böylece su
köpük haline
geldi. Yerleri bu köpükten, gökleri de işte bu, buhardan duhan (:duman)
şeklinde yarattı ve her ikisine, “islediğim şekil, vasıf ve mahiyette oluşmak
üzere ister istemez geliniz” diye emretti. 103Allah Teâla burada hem yerlere
hem de göklere birlikte “geliniz” emrini, “… Ve onun ardından yeryüzünü
yuvarlatarak (ikamete elverişli) bir düzene koydu” (79. Nâziat, 30) âyetinden
ötürü her
ikisine de vermiştir. yüzü, göklerden “iki gün” önce
yaratılmıştır.
97 Nayıf Münir Faris, el-İ’câzu’l-İlmî fi’l-Kur’an
ve’s-Sünne, s. 127-128; Beşir Türkî, el-İlm
(Aylık ilmi dergi), sayı, 18, Tunus, 1973, s. 100.
98 Sedîm, Yıldız ve gezegenlerin, aslında bulutsu bir
madde yığınından meydana gelmesidir.
99 Şahatî Abdullah, Tefsîru’l-Kur’anı’l-Kerim, Dâru
Garîb, Kahire, tsz. IX, 3270.
100 Ahmed Muhtar Paşa, Serâiru’l-Kur’an, s. 33;
Bereketzâde İsmail Hakkı, Necâib-i
Kur’aniyye, s. 283-284.
101 İbn Kuteybe, Te’vîlu Müşkili’l-Kur’an, s. 27.
102 Yeniçeri Celal, Uzay Ayetleri, s. 116.
104 Big
Bang teorisiyle ilgili diğer bir ayette de: “Semâyı gücümüzle biz inşâ ettik ve
onu (devamlı) genişletiyoruz” (51. Zâriyât, 47) buyurularak günümüz astronomi
bilginlerinin “genişleyen evren” terimiyle ifade ettikleri olguya işaret
edilmiştir. Bu âyet açık bir şekilde evrenin merkezden dışa doğru genişlediğini
gösteriyor. Çünkü Kur’an, “lemûsiûn” şeklindeki, te’kitli beyanıyla, kâinatın
devamlı bir şekilde genişlemesinden şüphe edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
Buna ilaveten tekrar ve teceddüd ifade eden fiil cümlesi yerine burada
devamlılık ve sebat anlamı taşıyan isim cümlesi kullanılmış olması ilginçtir.
Evrenin
genişlemesi, onun manyetik kuşaklarının yani semaların genişlemesidir. Aslında
kesret dediğimiz çokluklar âleminin temel varoluş ilkesi mesafelerdir. Nitekim
modern astrofizik, evrenin yaratılışında bu ilkeyi temel kavram olarak kabul
etmektedir.
105
Gerek dağılan parçacıklar teorisi gerekse kuasarlara kıyasla genleşen evren
teorisi, bu kavramın modern fizikçe kabuludur. Bu görüşe göre, sabit bir sonsuz
enerji noktasından küresel kuşaklar
halinde
dağılmalar ve genişlemeler sonucu evren meydana gelmekte ve bu genişleme devam
etmektedir. İşte bu âyet, varlıkların var olabilmeleri için iki temel ilkeyi
ortaya koymaktadır:
bir gerilime
muhtaç olma.
103 bkz. Lütfullah Erzurumî, Râmûzu’t-Tahrîr
ve’t-Tefsir, vrk. 470a-471b. Müellifimiz, 11.
Hûd 7. âyetinde de aynı konuyu Tevrat’tan nakledilen
bir pasajla açıklar: “Şüphesiz ki
Allah Teâlâ önce yeşil bir yakut yarattı, ona heybet
ve azametle bakınca o, korkudan titredi
ve çalkalanarak
su oldu. Sonra rüzgârı yaratarak suyu onun sırtına yükledi, sonra arşı
suyun üzerine
koydu”. İbn Abbas’tan gelen: “Allah arşı yarattıktan sonra, sudan büyük
bir deniz
yarattı, arşı da bu denizin üzerine koydu.” şeklindeki rivâyet de bunu te’yid
eder. Râmûz, vrk.
231b-232a.
104 Gülen Fethullah, Kur’an’ın Altın İkliminde, s. 445-446. Ayrıca bkz. Tuna Taşkın, Muhteşem
Tasarım, Şule Yay. İst.,
2012, s. 49 vd.
105 İbnu’l-Arabî’ye göre de, âlem her an genişleyerek
değişmekte, Cenab-ı Hak da ona daima
tecelli etmektedir.
İlk tecellinin sonunda âlem yok olmakta; ikinci tecelli ile birlikte
varolmaktadır. Fakat ikinci tecellinin çok suratlı
oluşu sebebiyle her iki tecelli arasındaki
fasıla fark
edilememektedir. Bu hakikatı bilmeyenler âlemi “varlığı devamlı olan bir şey”
zannederler. Halbuki
araz olsun cevher olsun alemin bütünü daima değişken,
her değişkenin
taayyün ve zuhuru da
“an” ile mütebeddildir. Bkz. Kam Ferid-Aynî M.Ali, İbn
Arabî’de Varlık Düşüncesi, İnsan Yay. İst. 1992, s.
149.
106 Nurbaki, Kur’an-ı Kerim’den Âyetler ve İlmi
Gerçekler, s. 85-89. Ayrıca bkz. Yeniçeri, a.g.e,
s. 100-101.
107 Ayrıca
burada kâinatın genişlemesi bildirilirken çok önemli bir gerçeğe de işaret
edilmektedir. Şöyle ki, kâinatın belirli bir sabite ile sürekli genişlemesinin
kesin ve temel bir neticesi vardır ki, eğer zamanda geriye doğru gidilecek
olursa kainatın da küçüldüğü görülecektir. Kâinat
devamlı genişlediğinden dolayı, yüz sene önceki kâinat, şimdiki halinden daha
küçüktür. İşte milyonlarca
sene önceki
kâinatın şimdikinden çok daha küçük olması, ilmî hiçbir itirazın söz konusu
olmadığı son derece çarpıcı bir gerçektir. Bu şekilde yeteri kadar maziye
gidildiğinde, nokta kadar küçük, fakat sonsuz sıcaklıktaki nüve bir kâinatla
karşılaşılacaktır. İşte bu nokta kadar küçük nüve, Allah’ın emir ve iradesiyle
büyük bir patlama sonucu “yok”tan yaratılmıştır.
Yine
bilginlerin, “Güneşte, yer kabuğundakti elemanlardan % 67’sinin mevcut
olduğunu” ispat etmeleri, bizim Enbiyâ 30. âyetindeki tespitlerimizi te’yit
etmektedir. Ayrıca yer kabuğundaki elemanların % 92’ye ulaştığı bilinmektedir.
Elemanların
güneşte daha fazla olması da muhtemeldir.
108
Şunu da hemen ilave edelim ki, güneşte tespit edilen elemanlar, yer kabuğunda
meşhur
olanlardan
başkası değildir. Meselâ, hidrojen, helyum, karbon, azot, oksijen, fosfor,
demir vb. elemanları bu cümleden olarak gösterebiliriz. Bundan da anlıyoruz ki,
birçok elemanlardan meydana gelen varlık âlemi esasında tek bir şey idi,
sonradan yavaş yavaş bölündü.
109Kur’an’ın
ilmî mucizesini te’yid eden başka bir yön de fezadan kopup gelen meteorlardır.
İlim adamları bu taşlar üzerinde yaptıkları incelemelerde, yer kabuğunda tespit
edilen elemanların bir çoğunun bunlarda da mevcut
olduğunu görmüşlerdir.
110Bu
teoriyi ayrıca destekleyen başka bir husus ta, dünya merkezindeki
sıcaklıktır.
Çünkü dünya merkezine doğru inmeye başlanıldığında her 33
metrede
sıcaklığın bir derece arttığı görülmektedir. Bu hesaba göre, merkeze
doğru
dreceyi
bulmaktadır. Yine bu delillerden birisi de, dünyanın birçok yerinde
görülen
yanardağlardır.
111Bunlar yer kabuğunun zayıf noktalarıdır.
Dünyanın
merkezindeki
buharlar ve alevli gazlar kritere basınç yaparak kendilerine bir
delik açarlar,
oradan da çok yükseklere, uzun mesafelere erimiş demirler ve
alevler
fışkırtırlar. Sıcak su ve jeotermal kaynakları da bunun başka bir yansımasıdır.
107 Gülen Fethullah, a.g.e, s. 446.
108 Heyto M. Hasan, el-Mucizetu’l-Kur’aniyye, s. 198.
109 Yıldırım Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’an
Tefsiri, s. 66-67.
110 Karaçam İsmail, En Büyük Mucize Kur’an, s. 405-406.
111 Ateş Süleyman, İslam’a İtirazlar ve Kur’an-ı
Kerim’den Cevaplar, Emel Matbaası, Ankara, 1971, s. 139.
112 Görüldüğü
üzere Kur’an-ı Kerim, varlık âleminin başlangıçta tek bir şey olduğunu ve
hayatın sırrını inkâr edenlere karşı sesini yükselterek hitap etmiş ve onları
bu gibi delillerle susturmuştu. Tabiî ki, o günün insanları bu gerçeklerin
sırrını detaylı bir şekilde idrâk etmiş değillerdi. Fakat günümüzün
alimleri uzun
ve yorucu çalışmalardan sonra varlık safhalarını ve bunlarla ilgili özellikleri
çözüp idrâk edebildiler ve istiyerek istemeyerek İslâm’ın daha iyi
anlaşılmasına sebeb oldular. Yüce Allah, belki de Müslümanların dinleriyle
mütenasip olmayan bugünkü perişan hallerine merhamet buyurmuş ve kendi
kelâmında belirttiği: “Biz âyetlerimizi, gerek kâinatta, gerek kendi şahsî
âlemlerinde onlara göstereceğiz, ta ki onlar da bu Kur’an’ın hak olduğunu
anlayacaklar”
(41.
Fussilet, 53) müjdesini vermiştir. Keşke Müslümanlar, Kur’an’ın ilk emri “oku”
fermanından hareketle bu ilmî çalışmaları yapıp, Allah kelâmının mucizelerini
ortaya koysalardı… Yoksa tabii ki, Allah Teâlâ kendi hükümranlığını sürdürüp,
Kur’an’ın uslûp ve belagatının yanında, gaybe ait haberleri hususunda da, onun
mucizeliğini ortaya koyacaktır. Dolayısıyla diyebiliriz ki, insanlık,
durmadan
ilerleyen ilmî hakikatlere ulaştıkça, Kur’an’la birleşmekten, onu tasdik
etmekten başka yol bulamayacaktır. O halde bu âyet de, diğerleri gibi Hz.
Peygamber’in nübüvvetinin doğruluğuna şehadet eden en kuvvetli delillerden
biridir.
113
İşte Kur’an’ın bu mucizevî hakikatleri aynı zamanda Allah’ın varlığına,
birliğine, kudretine ve sanatının sırrına olan imân ve itikadın en büyük
göstergesi ve koruyucusudur. Nitekim bu âyetin sonundaki: “Artık inanmazlar
mı?” sorusunun hedefi de işte budur. Yani bütün bu olup bitenler, onların iman
etmelerine delil olarak kâfi gelmiyor mu?
114İşte
böylece her geçen gün Kur’an’ın mucizeleri daha iyi anlaşılmakta, inananların
kalpleri itminane kavuşurken, hırıstiyan ilim adamlarınında şaşkınlığı
artmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Müslüman ilim adamlarından
M.Kâmil
Davv, Kur’an’ın mucizeliği hususunda şöyle demektedir: “Kur’an’ın
bilimsel
muhtevasının mucizeliği, onun benzersiz belâğat mucizesinden daha büyüktür”.
112 Enbiya 30 âyetinin işaret ettiği bir bütünün
parçalara ayrılması kavramları (retk ve fetk),
müteaddit âlemlerin
zikrolunmasıyla Kur’an’ın başka yerlerinde de te’yid edilir (bkz. 1.
Fâtihâ, 1), 1) “Alemler”
tabiri, Kur’an’da, onlarca defa geçer. Gökler ise, sadece çoğul olarak
geçmekle kalmaz
ayrıca sembolik bir değer belirten yedi rakamıyla da nitelendirilir.
113 Merâğî Ahmed Mustafa, Tefsîru’l-Merâğî, M. el-Bâbî
el-Halebî, Kahire, 1962, XVII, 25.
114 Kur’an’ın bilimsel yorumlanmasına Batı’nın yoğun
ilgisinin nedenlerinden en önemlisi,
Galile’den beri su yüzüne çıkan, Hırıstiyanlığın
bilimle olan çekişmesinde görülür. Birçok
hırıstiyan ilahıyatçı, yaratma konusunda İncil’in
görüşleriyle bağdaşmadığı görülen
modern bilimle,
kendi inançlarına saldırılmakta olduğunu gördüler. Müslümanların rahatlıkla
bilimin Kur’an’la
çelişmediği, hakkıyla anlaşılabildiği takbirde bilim’in birçok
bulgularının gerçekten
Kur’an metninden çıkarılabileceğini açıklamaları, pek çok hırıstiyan
bilim adamını
hayrete düşürmüştür. (Bkz. J.J.G. Jarsen, Kur’an’a
Bilimsel-Filolojik-
Pratik Yaklaşımlar, s. 78.
Seyyid
Kutup ise, Kur’an’ın mucizevî yönünü oluşturan üç hususu
şöyle vurgular:
a) Her zamana uygun bir yasama getirmesi b) Gayb’ten
haberler
vermesi, c) Kâinatın yaratılışı ile ilgili bilgiler içermesi…demek
ki,
Kur’an’daki
ilmî ve kevnî âyetlerin, onun mucizelerinden biri olduğunu
rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Sonuç
20.
yüzyılın ortalarına kadar hakim olan görüş, evrenin
sonsuz boyutlara
sahip olduğu,
ezelden beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi
“statik
(durağan) evren modeli” adı verilen bu anlayışa göre, evren için
herhangi bir
başlangıç veya son bulma söz konusu değildi.
Materyalist
felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan
ve değişmez bir
maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir yaratıcının
varlığını da
haliyle reddediyordu. Oysa 20. Yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji,
bu durağan
evren modeli anlayışını kökünden yıkmıştır.
Makalemizde
de görüldüğü gibi evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken
bir anda büyük
bir patlamayla varolduğu, modern fizik alimleri tarafından
yapılan pek çok
deney, gözlem ve hesaplarla ispatlanmıştır. Ayrıca evrenin,
materyalistlerin
iddia ettiği gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli
bir hareket ve
değişim halinde olduğu hatta devamlı genişlediği ve Fussilet
11.
Âyetinin de belirttiği gibi, evrenin bir gaz aşamasından geçtiği görülmüştür.
Dolayısıyla
Kur’an’ın bu konuda verdiği bilgiler, astofiziğin ulaştığı kesin
sonuçlar ile
tam bir uyum içindedir. Böylece Kur’an, evrenin yaratıldığını en
detaylı bir
şekilde ortaya koyan beşer üstü tek kitap olduğunu göstermiştir.
Kur’an’ın
bu izahları aynı zamanda bir mucizenin nasıl gerçekleştiğinin
de
göstergesidir. Bilimsel gelişmelerin ve bilimsel alt yapının, teleskop gibi
gözlem
aletlerinin bulunmadığı bir dönemde, Kur’an’ın (Enbiya, 30) âyetinde
Big
Bang’i böylesine tanımlaması, o dönemdeki insanların havsalasının alamayacağı
ve güçlerinin
yetmeyeceği tamamen mucize bir şeydir. Big Bang’in
bilimsel olarak
ortaya konulmadan 14 asır önce, Kur’an’ın onu en temel özellikleriyle
açıklaması,
felsefecilerin görüşlerinin aksine aynı zamanda mucizelerin
varlığının da
bir delilidir.
Bununla
birlikte şunu da bilmek gerekir ki, Kur’an kâinatın bir kısım yönetiliş
kanunlarını açıklamak gayesini taşıyan bir kitap değildir. Onun esas amacı
herşeyden önce, insanlara akıl ve tecrübeleriyle ulaşamayacakları kesin ilâhî
hakikatleri bildirmek ve onları irşâd etmektir. İnsanların kendi cehd ve
gayretleriyle
ulaşabilecekleri bilgileri kendilerine bırakmıştır. Bununla beraber birtakım
prensiplere işaret etmeyi de ihmal etmemiştir. Çünkü Kur’an, bundan ön beş asır
öncekilere hitap ettiği gibi, şimdikelere ve kıyamete kadar
gelecek bütün
insanlara da hitap edecektir. O’nun bizden en büyük talebi, sırf Allah’ın
mutlak kudretini tasvir etmek ve tevhide ulaşmak için, yaratılmışların üzerinde
tefekkür ederek zaman ve mekân üstü ilâhî kanunları müşahede etmeye
çalışmaktır. Allah’ın kudreti, hem tabiî ilimlerle hem de insanla ilgili
alanlarda beşerî müşahedenin nüfuz edebileceği olaylara veya kâinatın
organizesine
yön vermek
üzere, Allah tarafından konulan kanunlara yapılan işaretlerle birlikte
zikredilir. Bu bilgilerin bir kısmı kolay anlaşılır ise de, başka bir kısmının
yeterince anlaşılabilmesi için bilimsel bir formasyona
sahip olmak şarttır. Dolayısıyla geçen asırlarda yaşamış müfessirler, bazı
müteşâbihâyetlerde olduğu gibi zorunlu olarak ilmî ve kevnî âyetlerin sadece
zahirî (literal)
manalarıyla
yetinmişlerdir. Bu da, bilimsel bilginin yetersizliği sebebiyledir. Çünkü bu
tip âyetlerin bir kısmı, sadece derin dil ve lüğat bilgisiyle anlaşılamamaktadır.
Dolayısıyla
böylesi âyetlerin medlüllerinin daha iyi anlaşılabilmesi için, zamanın
ilerlemesiyle birlikte kesinleşmiş bilimsel verilere ihtiyaç duyulmaktadır.
Son
tahlilde şunu da kaydedelim ki, Kur’an’ın büyük bir kısmı, dinin aslını oluşturduğundan
bunlar hakkında selef-i salihinin beyân ettiği zahiri hakikatler müsellem ve
mahfuzdur. Bunlar, iman edilmesi gereken muhkem esaslardır ki, manaları ve
hükümleri zamana ve mekâna göre değişmeyeceğinden
bunlardan kimse
şüphe edemez. Ancak Kur’an ezelî ve ebedî bir kelâm olduğundan onun bediî
manaları tükenmez. Dolayısıyla az da olsa bazı âyetler de vardır ki, onların
tali manalarına, beşer ilminin seyrine göre yavaş yavaş ortaya çıkan bilimsel
gelişmeler işaret eder. Zaten ilmî ve kevnî ayetlerin çoğunu,
Hz.
Peygamber tefsir etmemiş, onları âdeta zamana bırakmıştır.
Kaynakça
Alûsî
Şihabuddin, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’anı’l-Azîmî ve’s-Seb’i’l-Mesânî, Dâru
İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî,
Beyrut, tsz.
Asım
Efendi, Kâmûs Tercemesi, İst. 1304.
el-Askerî Ebû
Hilâl, El-Furûk fi’l-Luğa, thk. Cemal Abdulganı, Müessesetu’r-Risâle,
2. bsk.
Beyrut, 2006.
Ateş
Süleyman, İslam’a İtirazlar ve Kur’an-ı Kerim’den Cevaplar. Emel Matbaası,
Ankara,
1971.
_____________,
Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyât, İst. 1985.
Baltacı
Burhan, Şatıbî’nin Kur’an’ı Yorumlama Yöntemi, AÜİF. SBE. Ankara, 2005.
(Basılmamış
Doktora Tezi).
Heyto
Muhammed Hasan, el-Mucizetu’l-Kur’aniyye, Müessesetu’r-Risâle, 1. bsk.
Beyrut,
1989.
El-Hûlî
Emin, Kur’an Tefsirinde yeni Bir Metod çev. Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı,
İst.
1995.
İbn
Aşûr Muhammed Tahir, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru Tunûsiyye, Tunûs,
tsz.
İbn
Ebi’d-Dünya, Hadislerde Yağmur, Gökgürültüsü Şimşek ve Rüzgâr, çev. Hüseyin
Kaya,
Ocak Yayıncılık, 1. bsk. İst. 2007.
İbn
Kesîr, Tefsîru’l-Kur’anı’l-Azîm, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, 1969.
İbn
Kuteybe, Te’vîlü Müşkili’l-Kur’an, thk. S. Ahmed Sakar, Dâru’t-Türâs, 2. bsk.
Kahire,
1973.
J.J.G.
Jansen, Kur’an’a Bilimsel-Filolojik-Pratik Yaklaşımlar, çev. Halilrahman Açar,
Fecr
Yay. Ankara, 1993.
Kam
Ferid-Aynî M.Ali, İbn Arabî’de Varlık Düşüncesi, İnsan, Yay. İst. 1992.
Karaçam
İsmail, En Büyük Mucize Kur’an-ı Kerim’in İlmî ve Edebî Sırları, Yeni Şafak
Kültür
Armağanı İst. 2005.
Kırca
Celal, Kur’an’a Yönelişler, Tuğra Neşriyât, İst. tsz.
_____________,
Kur’an-ı Kerim’de Fen Bilimleri, Marifet Yay. İst. 1994.
Kurt E.
Mazhar, Yaratılış, Tabiatın İlâhi Emirle Varoluşu, Mavi Ufuklar yay. İst.
2010.
Kurtûbî,
el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1. bsk. Beyrut,
1988.
Kutluer
İlhan, Felek mad. DİA. İst. 1995.
Lüfullah
Erzurumî (Göğsügür Mehmet Efendi), Râmûzu’t-Tahrîr ve’t-Tefsîr, Süleymaniye
K.
Halet Efendi Böl. nu: 20.
Mâverdî
Ebu’l-Hasan, en-Nüketü ve’l-Uyûn (Tefsîr u Mâverdi). thk. Seyyid b.
Abdulmaksûd,
Dâru
Kütübi’l-İlmiyye, 1. bsk. Beyrut, 1992.
Merağî
Ahmed Mustafa, Tefsîru’l-Merâğî, M. el-Bâbî el-Helebî, Kahire, 1961.
Nayif
Münir Faris, el-İ’câzu’l-İlmî fi’l-Kur’an ve’s-Sünne, Mektebetü İbn Kesîr, 1. bsk.
Beyrut,
2006.
Nurbaki
Haluk, Kur’an-ı Kerim’den Âyetler ve İlmi Gerçekler, TDV. Yay. 2. bsk. Ankara,
1984.
Okçu
Abdülmecit, Kur’an’a Göre Evrenin İnsana Musahhar Kılınışı, Salkımsöğüt Yay.
Erzurum,
2009.
Öztürk
Mustafa, Kur’an ve Aşırı Yorum (Tefsirde Bâtinîlik ve Bâtınî Te’vîl Geleneği).
Kitâbiyât
Yay. Ankara, 2003.
_____________,
Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, Ankara Okulu Yay. Ankara, 2008.
Öztürk
Yaşar Nuri, Kur’an Açısından Küresel Felaketler, Yeni Boyut Yay. İst. 2008.
R.
el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, Kahraman Yay. İst. 1986.
Râzî
Fahrettin, et-Tefsîru’l-Kebîr (Mefâtihu’l-Ğayb),
el-Matbaatu’l-Behiyyeti’l-Mısriyye,
1. Bsk.
Kahire, tsz.
Reşid
Rıza, Tefsîru’l-Kur’anı’l-Hakîm (Tefsîru’l-Menâr) Mektebetü’l-Kahire, 4. bsk.
Mısır,
1960